Gözlerimi tekrar açtığımda kapalı bir alandaydım.
"Jeongguk?"
Hafif bir tedirginlikle adını seslendiğimde cevap alamamış, o yüzden de yürümeye başlamıştım.
"Jeongguk nerdesin?"
Ben yürümeye başladıkça duvarlarda asılı duran meşaleler de aynı şekilde yanmaya başlamıştı. Simsiyah bir yola doğru ilerliyor, iki adımdan ötesini meşaleler yansa bile göremiyordum. En sonunda duvara çarptığımda bakışlarımı esintinin geldiği sağ tarafıma çevirdim, yine sonsuz bir karanlık vardı.
"Jeongguk?! Beni duyuyor musun?!"
Sesimin dozajını biraz daha yükseltip üzerime daha da binen gerginlikle seslendiğimde derinlerden bir yerden korkunç bir hırıltı duydum.
Yerimde donup hareket bile edemeyeceğim kadar korkunç.
"Siktir, siktir neredeyim ben?"
Etrafıma biraz daha bakındığımda çarptığım duvara bakmak en son hareket olarak gelmişti aklıma.
Kanım dondu.
Öyle bir korku dalgası vurdu ki beni, nefes nefese etrafıma bakınırken birden bire tüm meşaleler teker teker yanmış, bana nerede olduğumu çok daha net bir şekilde belli etmişti.
Labirentin içindeydim ben.
Minotor'u hapsettikleri labirentin içinde.
Duvardaki kan izlerine ve Antik Yunanca cümlelere bakıp yutkundum. Sakinleşmem ve Jeongguk'u bulmam gerekiyordu.
"Sakinleş, sakinleş, kendine gel."
Kendimi derin nefesler alıp vererek yatıştırdım ve yeniden duvara döndüm.
Labirentten kurtulmak, yalnızca ipin ucunda durursan mümkün.
"Labirentten kurtulmak, yalnızca ipin ucunda durursan mümkün. İpin ucu, siktir, iplik."
Aklıma gelen mit ile çantamı yere indirip önüne çöktüm.
"İp lazım bana."
İçinden çıkardığım kalın kazağın kolunu hafifçe kestim ve titreyen parmaklarımı kestiğim ipe sararak kazağı sökmeye başladım. Kazağı tamamen söktüğümde beklediğimden daha çok olan ipi bir kaleme sarıp geldiğim yolu geri yürüdüm, çıkış kapısını görebiliyordum.
"Jeongguk'u bulmam gerek."
Çıkış kapısının yanında duran demir parçasına ipin ucunu bağlayıp derin bir nefes alarak tekrar labirentin içine girdim. İpin kopmamasına dikkat ederek labirentin içinde yürümeye başladığımda gözümün önünde haritayı da canlandırmaya çalışıyordum. Hırıltılar ve boğuşma sesleri gelmeye başladığında Jeongguk'un acıyla çıkan sesi duvarlara çarpmıştı, nefesim kesildi.
Minotor'un yanındaydı.
Aceleyle hareket ettiğimde sesler daha da canlı ve korkutucu gelmeye başlamıştı. Bazen yaratığın, bazen de Jeongguk'un acı içindeki hırıltıları duyuluyordu. Yaklaşık on dakikalık bir koşunun ardından en sonunda büyük bir odaya varmıştım.
Jeongguk Minotor'un parmaklarının arasında, kanlar içindeydi. Birbirlerini fena hırpalamış gibiydiler, ikisinin de dermanı kesilmişti. Jeongguk son anda bakışlarını bana çevirdiğinde yüzü o kadar güzel güldü ki tüm bedenim öfkeyle doldu. Boğazımdan gelen hırıltıyla Minotor'un da dikkatini çekmiş olmalıydım ki bakışları bana döndü. Parmaklarının arasındaki bedeni duvar dibine fırlatıp bana döndüğünde içimdeki şeytan tüm ipleri eline almıştı sanki. Bedenimin yer zemine eriyip akacak kadar ateşler içinde kaldığımı hissettim, delirmiş gibiydim, bu öfke açığa çıkmalıydı.