Kolye elimde durmaya devam ederken nefes almayı bile unutmuş gibi resimlere bakmaya devam ediyordum. Müdire Lilian'ın çizmelerinin çıkarttığı tok sesi duyamamıştım bu yüzden. Tam önümde durunca bakışlarımı kolyeden kaldırıp ona çevirdim. Resmi gördüğümü anlamıştı. Cevap bekler gibi ona bakıyordum. Derin bir nefes aldı.
"Lorenzo amcanla benim resmimin kolyemde ne işi olduğunu düşünüyor olmalısın. Lorenzo benim eski eşimdi. Beş sene evli kalıp ayrıldık."
Şaşkınlıktan kocaman açılmış gözlerle ona bakmaya devam ediyordum.
"Bana bunu neden söylemediniz? Fergus sizin oğlunuz mu yoksa?"
Müdire başını sallarken gözyaşı gözünden süzüldü. Demek Fergus onun oğluydu. Annemin beni terk ettiği gibi o da Fergus'u terk etmişti. Ona acımıyordum.
"Sen de ailem gibi onu terk etmişsin. Ailemin ölmüş olma ihtimali var ama sen hayattayken oğlunu terk etmişsin."
Sinirle kapıya yöneldiğimde müdirenin konuştuğunu duydum.
"Lorenzo beni aldattığı için onu terk ettim. Fergus'u okula getiremezdim. Çok küçüktü ve babasını kötü tanımasını istemedim."
Cevap vermeden kuleden çıktım. Dediğim gibi ona asla acımayacaktım.Koridorda yürürken Lorenzo amcaya ne kadar kırgın olduğumu fark ettim. Müdirenin eski eşi olduğunu bana söylememişti. Kimbilir benden başka neler saklıyordu. Öfkeyle içimi çekip yanından geçtiğim kapıların üzerlerine bakmaya başladım. İşte, aradığım yeri bulmuştum. Kapının üzerinde mektup işareti olan oda buradaydı. İçeri girip kapıyı arkamdan kapattım. Beyaz duvarlara sahip oda renkli mumlarla aydınlatılmıştı. Duvarların kenarında büyük masalar vardı. Masaların üzeriyse kağıtlarla ve kuş tüyleriyle doluydu. Biraz ileleyip masaların üzerine göz atmaya başladım. Pencerenin kenarında biten masanın sonunda kristale benzeyen bir küre vardı. Küreye yaklaşıp incelemeye başladım. Elimi kürenin üzerine değdirince kürede siyah bir şey belirdi. Korkuyla elimi geri çektim.
"Kiminle görüşmek istiyorsunuz?"
Küreden bir kadın sesi gelmişti. Demek ki küreyle görüşülebiliyordu.
"Lorenzo Castilla."
Kürenin siyah ekranı değişti. Küreye heyecanla bakmaya devam ediyordum ki kürede Lorenzo amcanın yüzü belirdi. Bir an kırgınlığımı unutmuştum.
"Lorenzo amca! Sen misin?" Dedim heyecanla.
"Eldalote, kızım. Seni çok özledim. İyi misin? Okula alıştın mı?"
Gülümsedim.
"İyiyim, amca. Okul çok güzel. Güçlerimi kontrol etmeyi öğreniyorum. Savaşmayı da." Durup somurttum. "Öğrendiğim başka şeyler de var. Sen ve müdire hakkında."
Lorenzo amcanın yüzü düştü. Bir süre yere baktı.
"Beni affet, kızım. O konu bana acı veriyor. Sana anlatmak isterdim ama canını sıkmak istemedim. Lilian'ın aklına bile gelmediğimi düşünüyordum. Fergus'u bile bırakıp gitmişti."
O kadar üzgün görünüyordu ki ona olan bütün kırgınlığım geçmişti.
"Fergus'un da güçleri var mı?"
Lorenzo amca omuzlarını silkti.
"Bilmiyorum. Benimle pek konuşmaz, bilirsin. Sadece para istemek için konuşur. Tuhaf bir durum olsa kasabada duyulurdu. Sanırım gücü yok. Böylesi daha iyi. Gerçekleri öğrenseydi herkesin başı belada olurdu. Güçleriyle beni ve Lilian'ı cezalandırmaya kalkardı. Öfkesini bizden çıkartırdı."
Dehşetle başımı salladım.
"Haklısın, amca. Bu okulu kuranlardan biri de senmişsin. Okulun içi büyüleyici. Büyü demişken bende kara büyü gücü varmış. Ne yapacağımı bilmiyorum."
Küre yanıp sönmeye başlamıştı. Sanırım bu konuşmayı sonlandırmamız gerektiği anlamına geliyordu.
"Konuşmayı bitirmemiz gerek, kızım. Kara büyüden asla korkma. Korkarsan eline koz vermiş olursun. Ona karşı savaş. Asla pes etme. Seni seviyorum, kızım."
"Teşekkür ederim, amca. Ben de seni seviyorum." Dedim gülümseyerek ve küredeki görüntü söndü.Şatoda gezerken çoktan karanlık olmuştu. Aleron beni öptüğünden beri canım odaya gitmek istemiyordu. Bugünkü dövüş antrenmanından bilerek kaytarmıştım. Aleron da beni aramamıştı zaten. Koridorda oyalanıp sallana sallana odaya girdim. Aleron yoktu şaşırtıcı bir şekilde. Onun burada olup dersten kaytardığım için bana kızacağını düşünmüştüm. İç çekip uyumak için üzerimi değiştirdim ve kitabımı alıp yatağa uzandım. Gözlerim kelimelerin büyüsüne kapılırken uykumun iyice geldiğini hissettim. En sonunda göz kapaklarım iyice ağırlaştı ve gözlerimi kapattım. Üzerime örtü örtülünce uyandım ama gözlerimi açmadım.
"Seni kızdırmayı nasıl başardım ben? Haklıydın. İzin almadan sana dokunamam. Seni ilk gördüğümde kalbimdeki ısınmanın nedenini keşke bilebilseydim. Etrafında gördüğüm erkekleri öldürmek istiyorum. Senin gözlerine bakıyorlar. Ya onların da kalbinde benimki gibi sıcaklık oluşursa? Ya senin de onlara karşı oluşursa? Bu ateşle ben nasıl yaşarım?"
Gözlerim kapalı onu dinlerken dediklerini düşünüyordum. Aleron beni seviyordu galiba. Sıcaklık dediği bende de vardı ama ne olduğunu anlamamıştım. O anlatınca mantıklı geliyordu. Gözlerimi açsam ne yapardı acaba? Gözlerimi açıp ona baktım. Bakışları büyüdü.
"Ne zamandır uyanıksın?"
"Her şeyi duyabilecek kadar."
Dudaklarını yaladı ve bakışlarını kaçırdı. Yataktan kalkmak için hamle yaptığında kolunu tutup onu durdurdum.
"Sana kızdım evet ama şimdi geçti. Yanımda kalır mısın? Lütfen, gitme." Dediğimde gülümsedi ve kolunu tutan elimi avuçlarının içine aldı. Boşta kalan eliyle gözüme gelen saçımı düzeltti.
"Korkuyorsan yatağımı seninkinin yanına getirebilirim." Dediğinde başımı salladım. Elinin ufak bir hareketiyle yatağını yatağımın yanına getirdi. Elimi tutmayı bırakmadan yatağına uzandı. Ona bakarak uzandım bir süre. O da bana bakıyordu. Daha sonra uyku galip geldi ve hayatımın en huzurlu uykusuna daldım.Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda güneş çoktan doğmuştu. Usulca sağıma döndüm. Aleron, yüzünde mutlu bir ifadeyle uyuyordu. Gülümseyerek onu izlemeye başladım. Kahverengi saçları dağınık bir şekilde yüzüne uzanıyordu. Kirpikleri kusursuzdu. İçimdeki saçlarına dokunma dürtüsüne karşı koymadım ve elimi saçlarına götürdüm. Oldukça yumuşaktılar. Saçlarını okşamaya başladım ki bu duygu daha önce yaşamadığım bir şekilde iyi hissettiriyordu. Bakışlarım kısa süreliğine boynuna kaydı. Üstlüğünün yakasının izin verdiği ölçüde görebildiğim bir yara izi vardı. Bıçakla olmuş gibi görünüyordu. Belki de antrenman sırasında olmuştu. Aleron buraya ilk geldiğinde kaç yaşındaydı acaba? O da benim gibi korkuyor muydu? Korkmadığına emindim. Çok güzel kılıç kullanıyordu ve çok iyi büyü yapabiliyordu. Doğuştan yetenekli olmalıydı. Bakış açıma siyah dumanlar girince düşüncelerimden arındım. Nereden geliyordu bu dumanlar? Kaynağını aramak için bakınırken Lorenzo amcanın bana verdiği kolyeden geldiğini fark ettim. Hemen yerimden kalktım ve kolyeyi boynumdan çıkarttım. Kalbim korkunun etkisiyle hızla atıyordu. Kolyeyi yere fırlattım.
"Ne oldu Eldalote?" Diye soran Aleron'a bakıp kolyeyi işaret ettim. Gözlerini ovuşturup kalktı ve kolyenin yanına gitti.
"Sakın dokunma!"
Bana yüzünde tuhaf bir ifadeyle baktı.
"Kolyeden siyah dumanların çıktığını gördüm. Ne olduğunu bilmiyorum ama tehlikeli olabilir. Buraya geldiğimden beri boynumdaydı. Daha doğrusu doğum günlerimden birinde Lorenzo amca hediye etmişti. İlk o gün takmıştım ve korkunç bir kabus görmüştüm. Takmayı bırakmıştım ama buraya gelirken tekrar taktım. Lorenzo amcadan hatıra olsun diye. Taktıktan sonra görülerim arttı. O kolyede bir tuhaflık var."
Aleron beni dinledikten sonra elini kolyeye doğru tuttu. Elinden çıkan mavi ışıkla kolye havaya kalktı. Elini bu kez yavaşça döndürdü ve havada kırmızı bir kutu oluştu. Son olarak da kolyeyi büyüyle kutunun içine koydu. Kutu süzülerek Aleron'un eline kondu.
"Ben bu kolyeyi müdireye götüreceğim. Nasıl bir gücü olduğuna baksınlar. Sen de hazırlan. Birazdan sana iki günlük antrenman yaptıracağım. Bugün dersin yok ama kaytarmak yok. Zaten dün kaytardın."
Yüzüm düşünce güldü ve kolyeyi alıp odadan çıktı.Antrenman kıyafetlerimi giyince saçlarımı topladım ve derin bir nefes aldım. Kılıç kullanmak kollarımı çok yoruyordu. İlk günlerde kollarım o kadar çok ağrımıştı ki gece ağrısından uyanmıştım ve bir süre uyuyamamıştım. Şimdi daha alışkındım ama yine de sert darbe yapınca ağrı oluyordu. Hazır olduğumdan emin olunca dışarı çıktım. Merope ile karşılaştığımız ana kadar kulenin koridorları boştu.
"Aleron ile antrenmana mı gidiyorsun?" Dedi imalı bir şekilde. Ona Aleron'un beni öptüğünü söylememiştim. Kızarmamayı ümit ederek başımı salladım ama Merope'den hiçbir şey kaçmazdı.
"Bir şey olmuş. Hemen anlat."
"Bir şey olmadı."
Etrafımda döndü. Geriliyordum. Tam önümde durdu ve gözlerimin içine baktı. Baştan ben de baktım ama sonra bakışlarımı kaçırdım.
"Bir şey olmuş işte. Lütfen, söyle bana."
İleride bize bakan Aleron'u görünce kaçarcasına o tarafa gitmeye başladım. Merope arkamdan söyleniyordu ama umursamadım. Aleron beni süzdü ve gülümsedi.
"Bugün sana son kez eğitim vereceğim. Yarın mavi kulede eğitim görmeye başlayacaksın."
Heyecanlanmıştım.
"Yanımda sen de olacak mısın?"
Gülümsedi.
"Bir süre evet. Sana direktif vereceğim. Düellolara alışınca yalnız başına kalacaksın. Şimdi, ben sabit duracağım ve sen kılıçla bana saldıracaksın. Hazır olduğunda başla."
Kılıcımı elimde tarttım. Aleron bunun önemli olduğunu söylemişti. Kabzayı ne çok gevşek ne de çok sıkı tuttum ve derin bir nefes aldım. Gücümü toplayıp Aleron'a saldırdım. Hamlemle biraz gerilese de hemen toparladı ve karşı atağa geçti. Antrenman boyunca öğrendiğim her şeyi uyguladım. Antrenman sonunda Aleron kılıcını yere attı.
"Tebrik ederim, Eldalote. Artık mavi kuleye gitmeye hazırsın."
İçtenlikle gülümsedim.
"Teşekkür ederim. Senin sayende."
Aleron eğilip yerdeki çiçeği bana uzattı. Çiçeği alıp kokladığımda burnuma güzel kokusu doldu. Aleron bir süre gözlerime baktı. Daha sonra hayatım boyunca unutamayacağım sözleri söyledi.
"Adının anlamı elf çiceği ama hiçbir çiçek senin kadar güzel kokamaz."**Merhabaaa. Nasılsınız? Kitabı sevdiniz mi? Biraz yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Öpüldünüz, gökkuşaklarım.🖤**
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Doğana Dek
Fantasy"Lütfen, kızımızı almalarına izin verme. Bir şeyler yap. Büyücüler onu lanetleyecek." Bir araya gelmesi yasak iki türden doğan bir kız. Adı Eldalote, elf çiçeği demek. Elf çiçeği normal çiçeklere benzemez, çok güzeldir. Eldalote doğduğunda annesi k...