•°•°Bölüm On İki•°•°

16 4 0
                                    

Elanor senin annen. Bir cümle nasıl bu kadar yaralayıcı olabiliyordu? Üç kelime kalbimi bu kadar acıtacak kadar güçlü olamazdı. Olmamalıydı. Duyduğum cümlenin etkisiyle şoka girmişken konuşmak için ağzımı açtım ama kelimeler boğazımda ölmüştü sanki. Benim yerime Aleron konuştuğunda bakışlarımı ona çevirdim.
"Eldalote'nin annesi yaşıyor mu?" Dedi şaşkınlıkla. Lorenzo amca başıyla onayladı. Tanrım, kendimi kusacak gibi hissediyordum. Boğazımda intihar eden kelimeler ortaya çıkmaya çalışınca dudaklarımın arasından minik bir ses duyuldu.
"An-annem yaşıyor da ne demek? Bunca zamandır bunu benden saklıyor muydun amca? Neden? Neden annesiz büyümeme izin verdin? Neden benden bunu sakladın?"
Sesim bütün yenilmişliğimle çıkıyordu. Gözyaşlarıyla yanan gözlerimi kırpmaya korkarak amcama baktım. Dudaklarını yaladı ve elini alnına götürdü. Başı ağrıyormuş gibi görünüyordu. Bakışlarımı Aleron ve Merope'ye çevirdim. Merope yüzünde büyük bir şaşkınlık ifadesiyle amcama bakıyordu. Aleron ise kaşlarını çatmıştı. Birden ayağa kalktı.
"Eldalote'nin annesinin yaşadığını neden ondan sakladınız?" Diye bağırdı Lorenzo amcaya. Lorenzo amca hâlâ başını tutuyordu.
"Bana ne yaptınız?"
"Yapmamız gerekeni! Cevap ver, Lorenzo Castilla. Yoksa büyü kullanmak zorunda kalacağım." Diyen Aleron ellerinde beliren kırmızı ışıklarla Lorenzo amcaya tehditkâr bir ifadeyle bakıyordu. Lorenzo amca ona tepeden bir bakış attı.
"Seni tek başına dolaştığın sokaklardan kurtarıp okula alan birini tehdit mi ediyorsun? Aleron, kendine gel."
Aleron, takip edemediğim bir hızla Lorenzo amcanın yanına ulaştı ve elinde beliren hançeri onun boğazına dayadı. Ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Korku? Evet. Endişe? Fazlasıyla. Yoğun olarak hissettiğim bir duygu daha vardı: Hayalkırıklığı.
"Kesin şunu. Aleron, Merope gidiyoruz."
Sesim çatlamadan önce bunları demeyi başarmıştım. O anda odanın kapısı açıldı ve Fergus içeri girdiği anda yere yığıldı. İçimi öfkeyle çekip Aleron'a sert bakışlarla baktım.
"Babamın boğazına hançer mi dayıyorsun sen?" Dedi Fergus yattığı yerden. Alkollü olduğu için kelimelerin hepsini yuvarlamıştı. Dişlerimi öfkeyle dudaklarıma geçirdim. Bir tek Fergus'a açıklama yapmamız eksikti gerçekten. Aleron hançerini geri çekti ve yanıma geldi. Fergus, güç bela yerden kalkmış yanımıza gelmişti. İşaret parmağını Aleron'a doğru salladı.
"Bir daha babamı rahatsız edersen.." Bize iyice yaklaştı. Nefesindeki alkol kokusunu alabiliyordum. "Seni öldürürüm. Beni anladın mı?"
Aleron tepkisiz kaldı. Üçümüz el ele tutuşunca Lorenzo amca bana doğru atıldı.
"Eldalote, kızım. Konuşmamız gerek. Dinle be-"
Ona bakmadım. Sadece ortadan yok olmadan önce birkaç saniyeliğine bakışlarımı ona değdirdim. Yüzünde büyük bir çaresizlik vardı. Bu, onu affetmem için yeterli değildi.

Başımı yastığa koyup tavanı izlemeye başladım. Şatoya dönünce kimseyle konuşmadan odama gelmiştim. Merope ve Aleron da ses çıkartmamışlardı bu halime. Kimseyle konuşacak halde değildim. Annem yaşıyordu. Bunca yıldır benimle temasa geçmemişti. Lorenzo amca benden bunu saklamıştı. Beni kandırmıştı resmen. Bunu nasıl yapardı? Annemi bulup lanetimin nasıl oluştuğunu ve bunu kimin yaptığını öğrenebilirdim. Lorenzo amca beni annemle buluşturmayarak lanetimin bozulma ihtimaline izin vermemişti. Ona çok kızgındım. İçimi çekip gözlerimi kapattım. Uykum yoktu ama nedensizce her şeyden uzak kalmak istiyordum. Uzun bir süre öyle yattım. Dışardan gülüşme sesleri geliyordu. Hava güneşliydi ve diğerleri bu güzel günün tadını çıkartıyorlardı. Aklıma derslerim gelince bugün hangisinin olduğunu hatırlamaya çalıştım. Birden yerimden fırladım. Bugün bütün dersler vardı. Tam da zamanında diye hayıflanırken hızlıca üzerimi değiştirdim. İlk önce mavi kulede eğitim vardı. Düello için berbat bir haldeydim. Odaklanabileceğimi düşünmüyordum. Çekinerek içeri girdiğimde öğretmenin yerine genç bir kızla karşılaştım.
"Ben Nina. Sen de Eldalote olmalısın. Seni bekliyorduk. Vincent biraz hastalandığı için dersine ben girdim. Şimdi, size getirdiğim bitkilere karşı savaşacaksınız."
Merope bu dersi almıyordu. Orion'u görünce yanına gittim. Bana bakıp gülümsedi. Ben de gülümsemesine karşılık verdim. Nina, sırayla herkesin önünde durup kocaman çantasından bitkiler çıkartmaya başladı. Bir kıza dikenli sarmaşık gelirken uzun boylu bir erkeğe kaktüse benzeyen bir bitki denk geldi. Bana hangi bitki gelecekti acaba? Nefesimi tutmuş beklerken Nina önümde durdu ve elini çantasına attı. Bana uzattığı beyaz güle ağzım açık bir şekilde bakıyordum. Bir beyaz güle karşı mı savaşacaktım yani? Orion'un elinde duran mantara bakıp kaşlarımı kaldırdım. Bunlar şaka mıydı? Nina, işi bitince ona şaşkınca bakan sınıfın karşısına geçti.
"Şaşırmanız gayet normal. Bitkilerinizi özel olarak büyüledim. Şu anda zararsız bir şekilde duruyorlar. Komut verdiğim anda savaşmaya başlayacaklar. Sizden istediğim mümkün olduğu kadar az hasar almak ve bitkiyi en kısa sürede etkisiz hale getirebilmek. Size nasıl karşılık vereceğini bilmiyorsunuz. O yüzden her şeye karşı hazırlıklı olun. Herkes konum alsın. Üç deyince başlıyorsunuz."
Herkes bitkisini karşısına koydu ve odaklanıp ne olacağını beklemeye başladı. Çok geçmeden Nina'nın sesi odayı doldurdu.
"Bir, iki, üç. Başlayın."

Güneş Doğana DekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin