🧭🧭🧭
Elim kolum bağlı. Gözlerime sanki hayali bir at gözlüğü yerleştirilmiş, bir at misali hedeften şaşmadan sadece koşmamı istiyorlar. Ellerim, ayaklarım bağlı, gözlerim tek bir hedefe odaklı ve sadece tek bir şart; koş.
Önüme sanki bir bulmaca atılmış, elime de bir kalem tutuşturulmuş ve derin bir çukura atılmış gibiyim. Kalem yazmaz, kağıt yırtılmaya yatkın, çukur ise daha derine göçecek gibi.
Ne at gözlüğünü çıkarabiliyorum, ne de elimde ki bulmacayı bir kenara fırlatmaya kıyamıyorum. Ne hedeften şaşabiliyorum, ne de bulmacadan kurtulabiliyorum. Ne de hiçbiri, sadece kaybolmak istiyorum.
Aklım at gözlüğüne kapılmış, hedef odaklı. Ruhum bağlanmış bir tutsak gibi, yapayalnız. Düşüncelerim bulmaca gibi, cevapsız. Duygularım ise yazmayan kalem, yırtılmaya yatkın kağıt gibi.
Kalbim ise bunlardan bağımsız. Morg odasında hissiyatsız bedenle kaplı.
Yapayalnızım.
Karakolda ifademizi alan komiser ile kısa görüşmemin ardından tekrardan bahçeye çıkmış ve Meriç ile arabaya binerek Suadiye'de bulunan evime doğru yol almıştım. Bu kafayla Adalar'a, annemin yanına asla gidemezdim. Sabah uyanınca televizyonda göreceği haberle iliklerine kadar hissedeceği korkuyu hayal bile etmek istemiyordum. Saat şu an gece dört civarındaydı. Birkaç saat Meriç ile kafa toplayıp yeni güne daha sakin bir kafayla başlamamız gerekiyordu. Her ne kadar kendimi buna inandırsam da, uyuyamayacağımı ve içten içe kendimi bitireceğimi çok iyi biliyordum.
"Adamlarla tek tek konuştum. Mekanda bulunan herkesin kimliğini, dosyası varsa eğer dosyasını, geçmişini, her şeyini bize iletecekler. Kamera kayıtları da herhangi bir aksilik olmaması adına mekanın sisteminden inceleniyor. Bodrum gibi bir yer varmış, orada. Kamera kayıtlarını bu şartlar altında almamız mümkün değil Atlas."
Sıkıntılı bir nefes verdim. Ne düşüneceğimi, nasıl hareket edeceğimi bile bilmiyordum. Elif'e her ne kadar çıkışmış olsam da, iş camiasında sıkıntılarımın olduğu birkaç kişi elbette ki vardı. Ancak bu konular ölümle değil, iş sırasında çözülürdü. Bu kişiler haricinde kimseyle herhangi bir husumetim bile yoktu. Her yolu düşünüyor, her yolun sonunda çıkmaza ulaşmaktan nefret ediyordum.
"Önce mekanda ki kişileri tek tek analiz edin. Şirkette ki özel adamlarımız öğlene kadar ilgilensin ve bitirip bana özet geçsinler. Özellikle Elif'in dövdüğü adamı konuşturun. Onun bu gece mekanda ki arkadaşlarını da bulun. Onlardan şüpheleniyorum. Onları tek tek, gerekirse şiddetle konuşturun. Sonrasına bir şekilde bakarız."
Ağaçlar. Bol ağaçların, çoğunlukla erik ağaçlarının eşlik ettiği yolda, amber çiçeklerinin de araya kaynadığı geniş bahçeme varmıştım. Küçük görünen ama bir o kadar da geniş yapısı olan evin otoparkına arabayı park ettikten sonra yanıma Ahmet gelmiş ve emrimde olduğunu belli eder vaziyette pozisyon almıştı. Arabadan inip, evin merdivenlerine doğru yöneldiğimde Ahmet'in de peşimden geldiğini anlamıştım. Bir şey söylemek istiyor ama çekiniyor gibi bir hali vardı.
"Ne var Ahmet?"
Önce ensesini ve saçlarını kaşıdı, ardından bakışlarını kaçırarak, "Şey. Yapabileceğim bir şey var mı abi? Çok üzüldüm, bacım sayılırdı. Bir şey söyle, elimden bir şey gelsin." dedi Ahmet ürkek bir şekilde. Meriç de tıpkı benim gibi Ahmet'e dönmüş, bir bana bir Ahmet'e bakıyordu. Bakışlarım geniş kapının girişinde bulunan bir diğer korumaya, yani Yalçın'a çevrildi. Elimle işaret yaparak yanıma gelmesini işaret ettim ve tekrardan ellerimi cebime koyarak yanıma gelmesini bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜHÜR
ActionÇekip gitmek istedim. Neresi olursa, neresi bana bu yaşananları unutturacaksa oraya gitmek istedim. Ancak netice belliydi. Yaşananlar unutulmaz, bir köşeye mühürlenir, yüreğine yerleşir ve seni içten içe fethederdi. Anladım ki; çekip gidecek yeri o...