8

535 69 20
                                    

"Fırtına çıkmış," dedi Jungkook pencereden dışarıya bakıp, gittikçe artan yağmuru izlerken

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Fırtına çıkmış," dedi Jungkook pencereden dışarıya bakıp, gittikçe artan yağmuru izlerken. "Taehyung merkezde bir sürü yerde trafik kazaları olduğunu söyledi, yollar kapalıymış. Bir süre daha burada kalmak zorundayız."

Gergince ellerimle oynarken ona yandan bir bakış attım. "Sen buraya arabayla gelmedin mi?" diye sordum. Yağmur azaldığında dönebiliriz." Sıkıntıyla iç çekerek elini saçlarından geçirdi ve bir anlığına bakışlarını dışarıdan ayırarak bana baktı. "Araba arızalanmıştı yolda," dedi. "Taehyung'a gelip beni almasını söyleyecektim."

Gözlerimi devirerek arkama yaslandım ve kollarımı birbirine bağladım. "Ne diye tribini atmaya ormana geliyorsun ki?" diye söylendim. "Otur evinde, herkesin işi kolaylaşsın."

Gözlerini kıstı. "Kendi işimi kafamın içinde çözemezken başkalarının işini kolaylaştırmayı düşünemedim, kusura bakma."

Bir şey söyleyemedim.

Bakışlarımı kaçırdım, vicdanıma balyoz misali inen sözcüklerdense sessizlik kabulümdü. Hata yaptığımda, kendime çok kızıyordum. İnsanların hatalı davranışları yüzünden çok canı yanmış biri olarak kimseyi incitmemek istiyordum çünkü doğru olanın bu olduğuna inanıyordum. Sana nasıl hissettirdiklerini unutma, kimsenin canını hatalarınla yakma.

Fakat işlerin her zaman böyle yürümeyeceğini hesaba katmamıştım. Jungkook'a dışarıdan baktığımda, hassas biri olduğuna ihtimal dahi vermek gelmiyordu içimden. Onu hiçbir şey yıkamazmış gibi görünüyordu. Sanki tüm dünya karşısına geçse, yine dimdik dururdu. Öyle bir hissiyat veriyordu bana ancak yavaş yavaş anlamaya başlamıştım ki, içinden çıkamadığı, kalbinden atamadığı dertleri vardı. Öyle ki, derdini insanların içindeyken zihninde bile çözmeye çalışmıyordu. Yalnız olmayı bekliyordu.

"Böyle dalıp git diye söylemedim, Lalisa," dediğinde, bakışlarımı ona çevirdim. "Ne?" Pencerenin önünden çekilerek yanıma geldi ve koltuğa oturdu. "Söylediklerinin bir önemi yoktu, bu kadar düşünme," dedi. Yutkundum. "Kendimi kötü hissediyorum," dedim kendimden beklemediğim bir dürüstlükle.

"Sen beni tanıyormuş gibi konuşuyorsun, sana geldiğim günden beri beni hiç geri çevirmedin ama sen bende adından ibaretsin. Eğer bana yardım edeceksen, böyle olalım istemiyorum."

Söylediklerim üzerine "Belki de böylesi daha iyidir," diye mırıldandı. "Belki de beni tanısaydın, bana hiç gelmezdin zaten."

"Belki de kararı bana bırakmalısındır." Cevap vermedi.

Bir süre daha, orada sessizce oturduk. Yağan yağmur azalmak yerine artmaya devam etti, hava karardı ve salonu birkaç mum ışığıyla aydınlatmak zorunda kaldık. Elektrikler kesilmişti. Kulübenin içi soğumaya başlamıştı, ısınmak için bir şömine bile yoktu. Cidden, bu kulübe ne için vardı?

broken smile | liskook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin