Harry içeri girdiğinde zamanda geriye gittiğini hissetmişti. Bu evdeki her şey antika değerindeydi muhtemelen. Harry duvardaki çizimlerden gözünü ayıramıyordu. Her çizimin onda uyandırdığı his aynıydı: Tutku. Hayranlıkla bakıyordu her bir detaya. Kim bu kadar ustaca çizmiş olabilirdi bu güzel eserleri. Ve bütün bunlar neden Harry'e çok tanıdık geliyordu. Eve adımını attığında en ufak bir yabancılık hissetmemişti. Şimdi de resimleri incelerken kendini evindeymiş gibi hissediyordu.
"Duvardaki resimleri nişanlım çizmişti," dedi Louis, Harry'e bir fincan uzatarak.
"Evli misiniz?"
"Hayır... O... O öldü."
Louis'nın bakışlarındaki keder açıkça görülebilir haldeydi. Harry onun canının ne kadar yandığını görebiliyordu. Adamın en hassas olduğu noktaya dokunmuştu yanlışlıkla.
Adam bir süre acı dolu bakışları etrafta gezdirdikten sonra kitabını yerleştirmek için kitaplığa yöneldi. Kitaplık odadaki en dikkat çekici şeylerden biriydi. Oldukça büyük olan salondaki kitaplık iki duvarı kaplıyor ve tavana kadar uzanıyordu.
"Okumayı seviyorsunuz galiba."
"İyi bir okuyucuyumdur," diyerek onayladı Louis. "Hepsini defalarca okudum."
Harry duyduklarına hiç inanmadığını saklamaktan hiç çekinmeden baktı adamın yüzüne.
"Burada kaç kitap var?"
"28 binden daha fazla."
Harry kuşkuyla adamı süzdü. Oldukça genç birine benziyordu. Kesinlikle 30 yaşına gelmemişti. Bir insanın bu kadar kitap okuması mümkün değildi.
"İnanmıyorsan bir kitap seç ve onu sana anlatayım ufaklık," dedi Louis kendinden emin bir gülümsemeyle.
Harry elini kitapların üzerinde gezdirip birini seçti.
"Bu kitap-" cümlesine başlasa da devamını getirememişti. Kitap o kadar eskiydi ki Harry onun yırtılmasından korkmuştu. Ve bu dil kesinlikle ingilizce değildi.
"Tanrı aşkına kaç dil biliyorsunuz?"
"İngilizce, Fransızca, Latince, Rusça, Almanca biliyorum ama son zamanlarda yeni diller de öğrenmeye çalışıyorum."
Harry karşısındaki kişinin onla dalga mı geçtiğini yoksa gerçekten bir kültür abidesi mi anlayamıyordu. Adamı bir soyluya benzetmişti ama şu an gerçekten bir soylu olduğundan şüpheleniyordu.
"Etkileyici" diye mırıldandı Harry. "Bu evin iç karartıcı bir yer olacağını sanıyordum ama en az sahibi kadar göz alıcı."
"Nişanlım beğendiği için almıştım ve onun istediği şekilde dekore ettirmiştim." dedi Louis oldukça soğuk, mesafeli bir sesle. Harry mesajı almıştı. Benden uzak dur, kalbimin sahibi var.
"Çok şanslı biriymiş," dedi Harry kırıldığını belli etmemeye çalışarak.
"Ölü birinin şanlı olduğunu iddia eden ilk ve tek insansın." Louis sözleri zehirliydi. Kelimeleri söylerken kullandığı ton dişlerini Harry'nin kalbine geçiriyor, zehrini Harry'nin kanına karıştırıyordu.
"Çok özür dilerim. Huzur içinde yatsın."
Louis'nin yüzünde küçümseyici bir ifade belirivermişti.
"Tabii, her kimin kollarındaysa huzur içinde yatsın orada," diye mırıldandı neredeyse duyulamayan bir sesle.
Harry anlayamıyordu.
"Sizi aldattı mı?"
"Hayır tabii ki. Beni kiminle aldatabilir? Daha iyisi mi var?"
Oh. Evet, adam bir soyluydu. Soylu olduğunu kanıtlayacak son şeye de sahipti. Kibir.
"Ama eğer öldüyse geri gelememek onun suçu değil. O da gelmek, sizin kollarınız arasında olmak isterdi "
"Reenkarnasyona inanmaz mısın, Harry?"
Harry gözlerini kırpıştırdı.
"İnandığım pek söylenemez."
"Yazık." Harry'i belinden tutarak başka bir odaya yönlendirdi. Bu oda bir çeşit resim atölyesine benziyordu. Duvarlarda çeşitli tablolar, çizimler vardı. Masanın üzerinde ise birkaç eskiz defteri vardı.
"Siyah ciltli defterler hariç her şeyi inceleyebilirsin. Siyah olanlara dokunma."
Harry büyük bir titizlikle çizilmiş eserleri saatlerce inceleyebileceğini hissediyordu. Louis'nin nişanlısının ünlü bir ressam olmayışı şaşırtıcıydı.
Louis, Harry'i kendi portresinin yanı da duran portrenin önüne çekti.
Harry'nin karşısında durduğu portre oldukça eskiymiş gibiydi. Portede resmedilen kişiler yıllar öncenin modasına uygun giysiler içindeydi.
Her ne kadar portre eskimiş olsa da karşısında kişinin güzelliğini yansıtmakta kusursuzdu. Bu kişi yeşilin en büyüleyici tonuna sahip gözleriyle insanın içini aydınlatıyordu adeta.
"Reenkarnasyon her şeyi değiştirebilir ama onun bakışlarını hangi bedende olsa tanırım. Ben bambaşka bir bedende onun güzel yeşil gözleriyle karşılaşmışken reenkarnasyonun gerçek olmadığını iddia edemezsin."
"Nişanlınız bu mu?" diye sordu Harry. Bu adam o kadar güzeldi ki Harry onun yanında şansının olduğunu düşünmüyordu.
"Edward. Hayatımın aşkı."
Edward. William ve Edward. Bu kadar tesadüf çok fazla değil miydi.
Harry bu tesadüfler üzerine düşünürken tüm vücudunun titrediğini hissetmişti. Başka bir tesadüf daha vardı. Harry'nın beyninin patlayacakmışcasına ağrımasına, tüm nörönlarının hareketlenmesine sebep olan bir tesadüftü bu.
Karşısındaki adamın adı Louis William Tomlinson'du. Kendi adı ise Harry Edward Styles.
Louis, Harry'nin kalbine merakı büyük bir ustalıkla yerleştirmişti. Şimdi ise merak kalbinde kök salmaya, kalbini sarmalamaya başlamıştı.
Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez bir halde karşısındaki tabloya baktı. Tanıdık bir şeyler canlanmıştı içinde. Sanki hir aynanın karşına geçtiğinde bu yüzü görmüştü. Sanki biri ona "Edward" diye seslenmişti. Sanki bu odayı tanıyordu. Sanki o siyah ciltli defterlerin içinde ne olduğunu çok iyi biliyordu.
Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu ama beynine doluşmaya başlayan düşünceler güçsüz hissetmesine sebep oluyordu.
Gözleri kapanmadan önce hissettiği son şey düşmesini engelleyen kollar olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Murder House
Fanfiction"Cinayet Evi" olarak anılan malikanede yaşayan gizemli ve bir o kadar da büyüleyici adam Harry'nin oldukça ilgisini çekmişti