Harry başına gelenlere anlam vermekte zorlanıyordu. Bütün bu olanların hiçbir mantıklı açıklaması yoktu, şu an yanında yatan adamın onun ruh eşi olduğunu bilimsel olarak da mantıksal açıdan da kanıtlayan en ufak bir iz bile yoktu. Ancak Harry kalbinin bu adam için attığı, ruhunun onun özlemiyle kavrulduğunu hissediyordu. Sanki hayatı boyunca Louis'yi bulmaya çalışmıştı, şimdi onun yanında huzur bulmuş olan ruhu.
Hayatı boyunca reenkarnasyona ilgi duymamış, bunun çok mantıksız olduğunu düşünmüştü hep. Şimdi ise yaşananları reenkarnasyon dışında hiçbir şekilde açıklayamıyordu. O ölmüştü. Çağlar önce ne olduğunu hâlâ bilmediği bir sebepten ölmüştü. Ve şimdi yine buradaydı. Bundan yüzyıllar önce sevdiği adamla, yüzyıllar öncr birlikte uyudukları yataktaydı, ve bu inanılmazdı.
Öğrenmiş olduğu sarsıcı gerçeklerin verdiği sarhoşlukla yataktan kalktı. Geçirdiği baygınlık kendini aç hissetmesine sebep olmuştu. İstemeye istemeye sevdiği adamın hoş kokusunun sinmiş olduğu odadan çıkarak mutfağı bulmaya çalıştı.
Malikane devasa boyutlardaydı. Tavan oldukça yüksek, camlar çok büyüktü. Bu sayede ev oldukça ferah gözüküyordu. Harry cennete bir gün geçirmesine izin verilmiş bir günahkar gibi hissediyordu kendini. Ürkek adımlarla koridorlarda dolandı. Her odanın duvarlarınsa resimler vardı. Harry'nin önceki yaşamı oldukça kısa sürse de Harry'nin büyük bir tutkuyla sürekli bir şeyler çizdiği besbelliydi.
Mutfağı ararken bir zamanlar William'ın ona verdiği resim atölyesini bulmuştu. Tedirgince içeri girdi. Bütün bunlar onundu, tuvallerdeki şaheserleri o resmetmişti. Acaba Edward gibi resim çizebiliyor muydu hâlâ? Harry en son ilkokulda resim çizmişti. Bir ilkokul çocuğu için fena değildi çizimi ama güzel olduğunu söylemek yalan olurdu.
William ve Edward'ın yan yana duvara asılmış portrelerini hayranlıkla izledi. Louis hiç değişmemişti. Porteyle arasındaki tek fark portrede çok daha kaygısız, dinç gözükmesiydi. Ancak Harry, Edward kadar büyüleyici olduğunu düşünmüyordu. Ayrıca duvarda anlamsız bir şekilde oraya bulaşmış gibi gözüken mavi boyanın neden oraya sürüldüğünü bir türlü anlayamamıştı.
Etrafa bakınırken gözüne siyah ciltli eskiz defterleri ilişti. Onlara dokunma, demişti Louis ama o deftetler eskiden Harry'nindi ve içindekileri o çizmişti, öyle değil mi? Bir ressam eserlerine bakmasını yasaklayamazdınız, bakmaya hakkı vardı.
Defteri titreyen ellerinin arasına aldı. Defterde William'ın saklamak isteyeceği ne olabilirdi ki? Bu odadaki her şey bu bu defterin içindekiler de Edward'ın kaleminden çıkan şeylerdi ne de olsa. Defteri açtığında karşılaşmayı beklediği en son şeye bakakalmıştı. Bu çizimler yapılırken William, Edward'a modellik yapmış olmalıydı. Harry defteri kapatması gerektiğini biliyordu ama Louis'nin nefes kesici etkisi onu esir etmişti. Büyülenmiş gibi inceledi çizimleri. Yapmaması gerekiyordu ama bu yanlış hissettirmiyordu, Louis'nin ne kadar seksi olduğu gözleri önüne bir kez daha serilmişken bu yaptığının bir hata olduğuna inandıramıyordu kendini.
"Yüce Tanrı aşkına, yine mi?" Harry, Louis'nin sesini duyduğunda refleks olarak defteri masaya fırlatsa da bunun ne kadar saçma olduğunu Louis gözlerini defterin açılmış sayfalarında gezdirdiğinde anlayabilmişti.
"B-ben..." ne diyeceğini bilmemişti.
"Aradan yüzyıllar geçti ve senin yanımdan kalkıp resim atölyene koşma huyun hâlâ aynı mı?" diye aordu Louis, yüzünde beliren gülümsemeyle.
"B-ben mutfağı arıyordum ama sonra burayı gördüm ve... Şey buradakilere göz atmak istemiştim, çok özür dilerim Louis gerçekten bilerek yapmadım. Çok kızdın mı? diye sordu. Gözleri dolmuştu, az sonra ağlayabilirmiş gibi bakıyordu.
"Neden kızayım ki?"
"Siyah ciltli deftere dokunma, demene rağmen defteri inceledim," diye mırıldandı Harry.
Louis omuz silkti.
"Gördüklerin hoşuna gitti mi?"
Harry yüzünün kızarmasına engel olamasa da "Evet," diye mırıldandı.
"Utanmana gerek yok, Harry," dedi Louis Harry'e doğru ilerleyerek. Aralarındaki mesafeyi Harry'nin kulağına fısıldayabileceği kadar azalttıktan sonra bir elini Harry'nin saçlarında dolaştırdı. "O gördüğün resimleri sen kendi ellerinle çizdin. Peki bu ilhamın nasıl geldiğini öğrenmek ister misin?"
"İsterim," diye mırıldandı Harry neredeyse duyulamayacak kadar kısık sesle konuşarak. Louis onun hakkında bu kadar şey biliyorken kendisinin Louis'yi neredeyse hiç tanımaması sinir bozucuydu.
"Bir gün bu güzel atölyendeydik ve sen az önce resmini gördüklerini en derinlerinde hissettin." Duvardaki mavi boyayı işaret etti. "Bu da o gün olanların başka bir kanıtı."
"Louis," dedi Harry dudağını ısırarak. Utançtan yerin dibine girmek üzere olduğunu hissediyordu.
"Utama, bebeğim. Benden utanma," dedi Louis dudaklarını Harry'ninkilere bastırarak.
Harry dudaklarının üstünde hareket eden dudaklardan güç aldığını, onlar sayesinde huzur bulduğunu hissediyordu.
"Louis," dedi Harry aklına gelen şeyle geri çekilerek. "Seni annemle tanıştırmalıyım."
Louis'nın gözlerinde kırgın bir bakış belirse de bunu hemen maskelemeyi başarmıştı.
"Bunu daha önce yaptık, Harry ve pek iyi değildi."
"Annem iyi biri," diye kendini savundu Harry. "Yönelimimi de biliyor."
"Anlıyorum, bebeğim ama bunu yapamam."
"Neden?" diye sordu Harry. "Çok mu erken?"
"Hayır ama... Annen beni göremez, Harry."
Harry hayretle Louis'ye bakakalmıştı. Dalga mı geçiyordu?
"Bu da ne demek?"
"Ben... Harry, insanlar beni görmüyor. Çağlar boyunca insanlarla iletişim kurmaya çalıştım ama işe yaramadı. Beni görebilen tek kişi sensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Murder House
Fanfiction"Cinayet Evi" olarak anılan malikanede yaşayan gizemli ve bir o kadar da büyüleyici adam Harry'nin oldukça ilgisini çekmişti