Give Em Hell

59 7 19
                                    

Soğuk, günler yavaş yavaş ülkeyi terk etmiş, havalar ısınmaya başlamıştı. Güneş yerdeki karı eritip, ölü bitkileri yeniden hayata davet ederken Edward ve William yeni hayat tarzlarına alışmışlardı. William hakkında verilen idam kararının tüm ülkeye duyurulmasıyla kapılarını çalan askerlerin sayısı her geçen gün artmış, Edward'da sonunda onlara acımayı kesmişti.

Edward'ın yaşananları kabullenmesi sandığından daha kolay olmuştu. İlk kez birini öldürdüğünde kendini kirlenmiş hissetmiş, kendinden tiksinmişti. Yine de bütün her şeyi sevdiği adamı kurtarmak için yaptığından kendini toparlaması uzun zaman almamıştı. Pişmanlık hissi ise ikinci ve üçüncü cinayetlerinde giderek azalmıştı.

William ise Edward'la tanışmadan önce, savaşlara katılmıştı, ilk kez hayatı için mücadele etmiyordu. Son zamanlarda yaşadıklarını da bir savaş olarak kabullenmişti. Bu savaşı kazanmak zorundalardı. Mağlup olurlarsa ölüm meleğiyle tanışacaklardı ve ikisi de bunu kesinlikle istemiyordu.

"Edward?"

William'ın sesini duyduğunda fırçasını masaya bıraktı. Çizmekte olduğu resme son bir kez göz attıktan sonra yüzünde oluşan memnuniyet gülümsemesiyle kapının eşiğinde duran William'a yöneltti bakışlarını.

"Hava çok güzel, aşkım. Bahçeye çıkalım mı?"

Edward başını sallayarak William'ı onayladı. Yaz aylardı günlerinin neredeyse tamamı bahçede geçerdi. Edward çiçeklerle ilgilenirken William kitap okurdu. Bazı günlerdeyse ikisi de sadece havanın tadını çıkarmak ister birlikte çimlere uzanır, sohbet ederlerdi.

Edward, William'ın adımlarını takip ederek bahçeye çıktığında gördüğü manzara yüzüne bir tebessümün yerleşmesini sağlamıştı. William yere bir örtü sermiş, ikisi için birer kadeh şarap koymuş, örtünün üstünede bir beyaz gül yerleştirmişti.

"Hoşuna gider diye düşündüm," dedi William kadehlerden birini Edward'a uzatarak.

"Teşekkür ederim," dedi Edward, William'ı yanağından öperek. Bahçenin duvaları onları dışarıdakilerin bakışlarından saklayabilecek kadar yüksek olmadığından bahçedeyken temkinli davranıyordu. William'ı öldürmek için fırsat kollayan binlerce insan varken onu açık hedef haline getirmek istemiyordu.

William ise bu konuda ona katılmıyordu. Ne olursa olsun öleceğinden emin olduğundan her günü son günleriymiş gibi geçirmek istiyor, dışardaki insanların bakışlarını biraz olsun umursamıyordu. İşte tam da bu yüzden Edward'ın yüzünü kavrayıp onu kendine çekerek tutku dolu bir öpücük yerleştirmişti dudaklarına.

"William!" diye söylendi Edward geri çekilip korku dolu bakışlarını etrafta gezdirirken.

"Bu duvarları daha yüksek yaptırmalıydık."

"Hapishane gibi olurdu."

"Sevdiğim adamı kendi bahçemde öpemem yasak olmazdı en azından."

"Bir sonraki yaşamımızda çevremizdeki insanlar homofobik olmaz belki," dedi Edward şarabından küçük bir yudum alarak.

"Bir sonraki yaşamında beni nasıl bulacaksın?" diye sordu William gülümseyerek.

"Bulurum," dedi Edward omuz silkerek. "Sadece senin yanındayken evimde ve güvende hissediyorum. Bu hissi arayacağım ve bulduğumda seni de bulmuş olacağım."

William, onun bütün korkularını görmezden gelerek bir kez daha öptü Edward'ı. Bu sefer sadece öpmekle yetinmemiş, Edward'ı yere uzanması için hafifçe itmişti.

"William burda olmaz," dedi Edward panikle Williamı itmeye çalışarak.

"Neden?" diye sordu William, Edward'ın burnunu öperek. "Yanlış bir şey mi yapıyoruz?" Konuşmaya devam etmeden önce Edward'ı bir kez daha öptü. "Bu sana yanlış hissettiriyor mu?"

"Hayır," diye mırıldandı Edward. Hiç yanlış hissettirmiyordu.

William memnuniyetle gülümseyerek dudaklarını birleştirdi. Dilleri buluştuğunda kendini Edward'a bastırarak inlemesine sebep olmuştu. William'ın öpücüklerini Edward'ın çenesine sonra da boynuna indirmişti. Edward'ın gömleğinin birkaç düğmesini açarak, köprücük kemiklerini öpmüş, öptüğü yeri ısırarak uzun süre geçmeyecek bir iz bırakmıştı orda.

Edward ilk başta korku dolu gözlerle etrafı kontrol etmeye çalışsa da hislerinin yoğunluğu sebebiyle dayanamayarak gözlerini kapatmış, William'ı hissetmeye odaklanmıştı. William'ın kollarındayken güvendeydi, öyle değil mi?

"İğrenç pislikler."

Bu tanıdık ses yüzünden irkilerek ayrıldılar. Sesin bir askerden değil de Martin ve Philip adındaki iki terzi kardeşten geldiğini fark ettiklerinde hissettikleri rahatlama yüzlerinden okunuyordu.

"Başına ödül konulmuşken bile tek derdin onla sevişmek mi, William?" dedi Martin, Edward'ı işaret ederek.

"Ne o, Martin? Yoksa ödülü sen mi istiyorsun?"

İki kardeş kararsız bir ifadeyle birbirlerine baktılar. Ödülü kazanmak için William'ı öldürmeleri gerekiyordu, buna güçleri yeter mi, emin olamıyorlardı. Belki de William'ı öldürebileceğinden emin oldukları biriyle anlaşıp, onla ödülü bölüşmek daha iyi bir fikir olurdu.

"Hadi ama!" dedi William ayağa kalkarak. "Akşama kadar orada dikilecek misiniz?" Adımlarını eve doğru yöneltti. Bahçede kimseyi öldüremezlerdi ama bahçede ölebilirlerdi. Bu riski alamazdı.

İki genç birbirlerinden aldıkları cesaret ve kazanabilecekleri ödülün onları hırslandıran hayaliyle William ve Edward'ı takip ederek eve girdiklerinde William, Edward'ın kulağına fısıldadı:

"Martin benim, Philip senin."

Murder HouseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin