"Anlayamıyorum," diye mırıldandı Harry. Louis olanları ona defalarca açıklamış olsa da Harry anlatılan hiçbir şeyi kavrayamıyordu. Duyduğu her şeyi reddediyordu beyni. O, Louis'yi görebiliyordu. Louis'ye dokunabiliyordu. Nasıl olurdu da başkaları Louis'nin varlığından habersiz olabilirdi?
"Hayaletler," dedi Louis sakin kalmaya çalışarak. Harry'nin yaşadığı kavram karmaşasının sebebini anlayabiliyor, onun üzerine gitmek istemiyordu ama saatlerdir bir hayalet olduğunu, basit bir ruhtan daha fazlası olmadığını açıklamaya çalışıyordu. "Bu malikaneyi cinayet evi olarak adlandırmalarının, aradan yıllar geçmesine rağmen herkesin bu evden korkmasının bir sebebi var."
"Ve o sebep sensin?"
"Evet, bebeğim."
"Bütün bu söylediklerine inanmak güç, Louis. Kendimi delirmiş gibi hissediyorum. Sanki bura bir akıl hastanesiymiş gibi..."
"Biliyorum zor ama bana inanman gerek."
"Sanki aksi mümkünmüş gibi..." diye mırıldandı Harry. Bir elini Louis'nin elinin üstünde gezdirirken diğerini saçlarında dolandırdı. Hissedebiliyordu. Louis'den yayılan rahatlatıcı kokuyu alabiliyordu.
Şimdi evle ilgili anlatılan her şey netleşmişti Harry'nin gözünde. İnsanlar evde yaşayan birinin olduğunu düşünüyorlardı ve evet, onlar göremiyor olsa da evde yaşayan biri vardı.
"Peki ben ne yapacağım?" diye sordu Harry. "İnsanlar seni göremiyor ama beni görüyorlar. Burada olmam dikkatlerini çekmez mi?"
"Burada kalmak mı istiyorsun?" diye sordu Louis şaşkınlıkla. Gözleri ışıldamıştı adeta.
"Eğer sen de izin verirsen," Harry ne dediğinin farkına ancak varabilmişti. Daha yeni tanıştığı bir adamla aynı evde kalmak saçmaydı ama bura Harry'nin de eviydi. Louis'nin Harry için yaptırdığı evdi. William'ın Edward için yaptırdığı ev...
"Evi aldığını söylersin," dedi Louis heyecanla. "Kimse benim burada olduğumu bilmez."
Harry başını sallayarak anladığını belirtti. Sadece kafa dağıtmak için katıldığı bir gezi hayatını nasıl olmuştu da bu kadar etkilemişti?
Tek istediği birkaç katil hikayesi dinlemekti. Şimdi ise o hikayenin anakahramanı olduğunu öğrenmişti. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Yanındaki adama ne kadar güvenebilirdi? Aklını mı kaybetmişti yoksa?
"Hâlâ kafan karışık, değil mi?"
"William ve Edward biz miyiz gerçekten?" her şeyden emin olmaya çalışıyordu.
"Evet."
"Katiliz?"
Louis başını sallayarak onayladı. Böyle söyleyince kulağa kötü geliyordu.
"Tanrı aşkına, neden?" Harry yaşamı boyunca suçlulara, katillere ilgi duymuş, onları araştırmıştı. Ama bütün bunları cinayetleri onayladığından yapmıyordu. Şimdi ise bir hayalet çıkmış önceki yaşamında katil olduklarını söylüyordu. Duyduklarına inanmak istemiyordu Harry.
"Şartlar öyle gerektirdi."
Şartlar. Hangi şartlar insanı birini öldürecek kadar delirtebilirdi? İnsanın gözünü böylesine karartabilecek ne vardı?
"Hakkımda idam kararı vardı," diyerek konuya açıklık getirdi Louis, Harry'nin kafasındaki soru işaretlerini yok etmek için. "Cinsel yönelimim yüzünden."
Eşcinsellerin hayatı hep bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Kalplerine söz geçiremedikleri için boyunlarına urgan geçirmek acımasızca değil miydi?
"Çok zor," diye mırıldandı Harry. "Yaşamım hakkında gerçekleri bir başkasından öğrenmek çok zor... Kabullenemiyorum."
"Emin ol unutmak isteyeceğin şeylerdi," dedi Louis. O da unutmak isterdi. Her ne kadar Edward'la olan ilişkisi kusursuz olsa da canını yakmıştı. Büyük bir aşktı ama acı vericiydi. Zihninden silinmesini istediği çok şey vardı. Sevdiği insan yüzünden babasının ondan nefret ettiğini unutmak isterdi mesela. Edward'dan hoşlandığını babasına itiraf ettiğinde babasının gözlerinde yıkılmış ifadeyi silip atmak isterdi anıları arasından. Babasının tiksintiyle dolu ses tonunu unutmak isterdi... Bacakları titremiş, gözü kararmıştı o gün William'ın. Bayılacakmış gibi hissetse de bayılmamıştı. O an ölmek istese de ölememişti.
Edward'ı çok sevmişti. Tüm kalbiyle, ruhuyla ona ait olduğunu hissetmişti. Ancak babasını da seviyordu. Bir tarafta onu gerçekten seven adam diğer tarafta babası vardı. Babasını seçerse hayatı buruk geçecekti ama sırtını yaslayabileceği bir ailesi olacaktı. Düştüğünde elinden tutacak bir annesi olacaktı. Yaşlandığında ona bakacak çocukları olacaktı. Edward'ı seçerse hayatının aşkıyla, sevildiğini bilerek yaşayacaktı ama hayatı çok zor olacaktı. Düştüğünde insanlar ona tekme atacaktı. Birazcık tökezlese bile onu yere iteceklerdi. Yaşayacağı en ufak sıkıntıda tüm dünyanın yükü omuzlarına yüklenecekti. Ya o erken ölüp Edward'ı yalnız bırakacaktı ya Edward onu... Edward'la geleceği belirsizdi, karanlıktı, sisliydi, fırtınalıydı...
Akıllı bir adamın böyle bir durumda kalbinin sesini dinlemesi ihtimal bile değildi. Biraz olsun aklını kullanabilen biri ailesiyle rahat bir yaşamı seçerdi. William ise Edward'ı seçmişti. Edward'ı sevdiğine pişman olduğu tek bir an olmuştu sadece. Sevdiği adam onun yüzünden öldüğünde William'ın dünyası cehenneme dönmüştü. Cehennem daralmış sıcak duvarları William'ı yakmış, yavaş yavaş öldürmüştü. Son hücresi savaşmayı bırakana kadar hissetmişti William acıyı.
Şimdi sevdiği adam tekrar karşısındaydı. Babası burada yoktu. Onlara karşı çıkabilecek kimse yoktu. Kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu. Kaybedecek bir şeyiniz olmadığında sevmek ne kadar da kolaydı. Korkmadan, tutkuyla sevmek... Geleceği düşünmeden, kar-zarar tablosu yaparmış gibi aşkın iyi ve kötü yanlarını değerlendirmeden, sadece sevmek için sevmek ne kadar da özgür hissettiriyordu. Belki de gerçek sevgi buydu. Belki de Louis ilk kez gerçekten seviyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Murder House
Fanfiction"Cinayet Evi" olarak anılan malikanede yaşayan gizemli ve bir o kadar da büyüleyici adam Harry'nin oldukça ilgisini çekmişti