"Sevdiğin bir şey var mı? Elbette vardır ve söylemen için soruyorum zaten." etrafta gözlerimi gezdirirken sorduğu soruyla birlikte en son gözlerim onun üstünde durmuştu.
"Ben, ben herşeyi seviyorum." geçiştirmek amacıyla konuştuğumda gözlerini devirmiş elinde ki ramyeon'a bakmıştı.
"En sevdiğin yemek ne?" demişti. Hazır cevabım demiştim değil mi?
"Yemek ayırt etmem." sinirlendiğinin farkına varınca en sevdiğim yemeği söylemiştim.
"Tteokbokki'yi severim. İstersen suşide alabiliriz. İçecekleri ben alabilir miyim?" art arda sıraladım cümlelerimi. Bana baktı uzun süre. Gülümsedi sonrasında bana. Kafasını olumlu anlamda salladı. İçecek bölümüne doğru adımlarken arkamı dönüp sordum,
"Ne seversin? İçki alabilirim, istersen." sorduğum soruyla bir süre düşünmüş daha sonrasında ise,
"Viski ya da şarap alabilirsin. Ama şarap kaliteli olsun ha, kalitesizlerin tadı iğrenç oluyor." ona katılıyordum bu konuda. Ne kadar, çok içki içen biri olmasamda biliyordum. İçecekler bölümüne ilerlemiş kendime muzlu süt almış bir de Sierra Cantabria markalı şaraba uzanmıştım. İspanya'nın şarabı güzel oluyordu. Ben bu şaraba aşıktım. Sonrasında ağır olmayan bir iki içki kutusu saha almış markette dört dönüp Taehyung'u aramıştım.
Bulduğumda kasadaydı. Bende diğer kasadan aldıklarımı ödemiştim. Pekâlâ, Taehyung ile yakın olacağımızı, hatta tanıştığımız akşam onun evinde yemek yiyeceğimi düşünmemiştim.
"Yarışa var mısın?" sorduğu soru ile afalladım. Kaşlarımı çattım sonrasında.
"Evini bilmiyorum ki!" mızmızlanmama güldü. Kolunu omzuma atmış, poşetli eliyle ileride olan açık gri Fransız balkonuna sahip olan evi gösterdi.
"Bak orası. Fransız balkonu var. Dış cephesi gri." kafamı sallayarak onayladım. Ve onayladığım anda,
"Sona kalan çürük yumurta, bitiş çizgisinde görüşürüz Ggukkie." bir anda koşarak yanımdan ayrılmasıyla şaşırdım. Sırılsıklam olmasını umursamayarak gülerek koşması bir anlık kalbimi çarpışmasına sebep olsada kendime gelip arkasından koştum. Evin önüne geldiğimde konuştu,
"Çürük yumurta Jeon." hemen anında itiraz ettim buna.
"Taehyung-ah! Ama hile yaptın! Üçten geriye doğru sayıp koşman gerekiyordu! Ama sen direk koştun. Bende saymanı bekliyorum diye koşmadım. Yetişemedim ne olmuş!" trip atarmışcasına cümlelerimi söylemiştim mızmızlanarak. Bu hâlime gülmüş yanağımı iki parmağı arasında sıkıştırmış kapıyı açmasıyla içeri girmişti. Bende içeri girmiştim ama yanaklarımın kızardığını hissediyordum.
Asansörü çağırmıştı. Asansör geldiğinde ikimiz içeriye girmiş, aynadan ikimizde kendimize bakmıştık aynı anda. Islanmıştık her yerimiz sırılsıklam olmuştu fakat biz bu hâlimize kahkaha atarak gülmüştük.
"Saçların kıvırcıklaşmış." dediği şey ile saçlarıma bakmış sinirle elimle taramıştım.
"Islanınca böyle oluyor işte." çekingen sesimle konuştum. Bakışlarım yere inmişti. Kıvırcık saçlarımdan nefret ediyordum. Beni çirkin gösteriyordu. Düz olan saçlarım çokça güzeldi. Ama bu. Ah üzülmüştüm şuan.
Soğuk elini, sıcak çenemde hissetmiş kafamı yukarı kaldırmamı sağlamıştı. Göz göze gelince çekingenlikle etrafa bakmaya başladım.
"Jeongguk, bu saçların çok güzel. Neden düzleştiriyorsun saçlarını. Oysa ki ben hayran kaldım." dediği şeyler ile yanaklarım yanmaya başladı. Gerçek anlamda yanıyordu bu arada. Sıcaklığını hissediyordum.