IV

264 24 10
                                    

"Ben kalkayım artık Taehyung." ben Yeontan'ı severken o elinde ki kağıt yığınlarına bakıyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı.

"Anlamadım?" ne vardı anlaşılmayacak?

"Ben eve gideceğim diyorum." gözlerini devirip kafasını kağıtlara geri eğdi.

"Hiç bir yere gitmiyorsun. Jimin ile konuştum sen üstünü giyinirken. Bende kalacaksın. Yarın erkenden eve gideriz üstünü değiştirirsin sonra fakülteye geçeriz." dediği şey ile kaşlarım çatıldı.

"Gerek yok Taehyung. Fazla yük olmayayım sana, fazla iş açmayayım."

"Kapıyı kilitlerim."

"Ya! Niye ki!?" fazla mı mızmızlanmaya başlamıştım ben?

"Diyorum ki-" elinde ki kağıtları orta sehpanın üzerine atmış, kemik gözlüklerini çıkarmış onu da masaya koymuştu.

"Bir yere gitmiyorsun. Kalk sana oyun koleksiyonumu gösterteceğim." Ayağa kalkıp elimden tutmuş konuşmama izin vermeden odasına sürüklemişti. Odaya girdiğimizde beni oyuncu koltuğuna oturtmuş odasında gardırop kapısı sandığım yeri açmıştı. Fakat burası gardırop değil, oyuncu koltuğunun hatta bazı kablolar ve bir kaç şey daha vardı içinde. Dikkatli inceleyemeden kapıyı kapatmış, sürükleyerek yanıma gelmişti.

"Bilgisayarı neden açmadın?"

"Yanlış bir şey yaparım belki."

"Sorun olmazdı." dediği şey ile omuz silktim. Pekâlâ daha rahat hissediyordum onun karşısında. Hareketlerim biraz değişmişti. Umarım rahatsız olmazdı.

Odayı aydınlatan kırmızı renkli led ile birlikte dizlerimi kendime çekmiştim. Üstümde ki hırkanın şapkasını kafama geçirmiştim. Hırkanın içine dizlerimi de geçirmiştim. Fazlasıyla büyük bir hırkaydı. Taehyung'un bedeni büyüktü gerçekten. Kaslı bir yapısı vardı. Ama üst vücuduna oranla bacakları inceydi fakat çok güzel duruyordu. Tabii ki bacak kası vardı. Fakat yine de ince gözüküyordu. Steami açmış kütüphaneye girmişti. Gördüğüm oyunlarla gözlerime inanamadım. Fazlasıyla oyun vardı. Etkilensemde, hayatımda hiç görmediğim bir oyun dikkatimi çekmişti.

"Bu oyun nasıl bir Taehyung?" aşağı doğru inerken durmuş yukarı doğru çıkmıştı. Fazla yukarı çıkmıştı.

"Aşağıda." bu sefer fazla aşağı inmişti. Masaya yanaşıp elinin üstüne elimi koymuş oyunu bulmuş ve üstüne tıklayıp bilgiler kısmına girmesini sağlamıştım.

Elimi yavaşça çektiğimde ona bakmıştım. Ellerimize baktıktan sonra bana bakmıştı. Birbirimizi izledik bir süre sonrasında ilk gözünü ayıran ben oldum. Bilgisayarın ekranına baktığımda hâlâ o oyunun açık olduğunu gördüm.

"Dead by daylight. Bu oyunu öğrenmeden oynarsan pek sarmaz. Bir tane katil ve dört tane kurban var. Bir sürü harita var bir sürü kurban karakterleri ve bir sürü katil karakterleri var. Oyuna girdiğinde haritada yaklaşık 7 tane jeneratör var ve sen bu 7 taneden 5 tanesini yapıp kaçmaya çalışıyorsun. Tabii katilin elin armut toplamıyor sonuç olarak. O da seni öldürmeye çalışıyor. Sana iki kez vurabiliyor ama bazı özellikler yüzünden tek yiyorsun. Sonrasında seni yere düşürdükten sonra seni sırtına alıp bir kancaya asması gerekiyor. Haritanın çoğu yerinde kanca var ve bu kancaya üç kez asılabiliyorsun fakat bu kancaya bir kez asılırsan ve seni uzun süre kimse almazsa ikinci asılışına geçiyorsun ve yine kimse almazsa üçüncü asılışına geçip ölüyorsun. Dümdüz bir şekilde oyalamıyorsun. Haritada yer yer spotlar var ve sen bu spotlarda katille loop atıyorsun. Bir de bu beş jeneratör bittikten sonra kapıyı açıyorsun. Yaralanırsan heallanabiliyorsun." uzun bir konuşmanın ardından derin bir nefes alıp bana döndü. Oyuna bakarken anlayan mırıltılar çıkarttım.

"En sevdiğin oyun ne Taehyung?" bu sorumla uzun bir süre düşünmüştü. Tam olarak iki dakika falandı.

"Sanırım oyum dead by daylighttan yana." onun bu dediğine gülmüştüm.

"Senin en sevdiğin oyun ne küçük?" sorduğu soru ile asla beklemeden konuştum.

"Overwatch kesinlikle. Aşığıyım fakat uzun süredir oynamıyorum ve bu çok üzücü." dudaklarımı büzdüm. Pekâlâ. Unutmuş bile olabilirdim oyunu.

"İki monitörden de aç oyunu geliyorum." dediği şey ile heyecanlandım. İkisinden de açmıştım. Bana klavye ve mouse getirmiş sonrasında kutu içkilerimizden getirmişti. Kendi içkisini açmış hesabına giriş yapmıştı. Ben ise çoktan hesabıma giriş yapmış onu bekliyordum.

"Oyunda ki adın ne Taehyung? Ekleyeyim mi?"

"Vante." dediği şey ile onu eklemiştim. O özel bir oda açmış vs atmıştık.

"Hile yaptın!" dediği şey ile kahkaha attım.

"Ne hilesi Taehyung! Senin bilgisayarında oynuyoruk birde!" gülmeme engel olamazken küçük bir çocuk gibi kollarını birbirine kenetlemiş ekrana bakıyordu.

"Sus. Beni nasıl yenebilirsin ya!?" mızmızlanması şirin gelmişti.

"Üzülme, bir dahakine sen yenersin." yorgunlukla bacaklarıma sarıldım. O ise kollarını serbest bırakmış bana bakıyordu.

"Üşüdün mü?" sorusuyla birlikte kaşlarımı çattım. Ne alakaydı şuan? Ev zaten yeterince sıcaktı.

"Hayır? Nereden çıktı şimdi bu?" omuz silkti. Koyduğu cipsten yemişti. Bilerek vermemişti bana o cipsi. Ve en sevdiğim cipsti! Sırf ben onu yendim diye vermemişti.

"Çok gıcıksın." dediği şey ile gözlerimi büyütüp onu azarlamaya başladım.

"Ne demek çok gıcığım? Sensin gıcık! Bana cipsi bile vermiyorsun sırf seni yendim diye!" dediğim şey ile gülmüş cips kasesine sarılıp bana arkasını dönmüştü.

"Haha, köşende ağlayabilirsin Jeon." dediği şey ile sinirlenmiş elimi ona uzatarak kolunu cimciklemiştim.

"Ah!" inlemesiyle birlikte gülmüş oturduğum koltukla birlikte ondan uzaklaşmıştı.

"Ne demek sen beni cimciklemek?" ciddi sesiyle birlikte bir an gerçekten kötü hissettim. Ama rol yapıyormuş meğersem! Bir anda ayağa kalkmasıyla birlikte odadan kaçışım bir oldu. Gülerek kaçarken salona gelmiştim. Masanın hemen arka tarafına geçtim. O ise önündeydi. Beni burada yakalayamazdı! Ayaklarımıza dolanan Yeontan'ın oyuncaklarıyla kahkaha atarak onun odasına geri kaçtım. O ise ayağa takıldığı için sendelemişti. Hızlıca odasına girmiş gardırop dediğim yere girmiş kapıyı kapatmıştım.

Kapının açılma sesiyle nefesimi tutmuştum. Ama bir anda tuvaletim gelmişti. Sinirlendim bir anda. Hepte birinden saklanırken tuvaletim geliyordu! Tanrım! Sen sabır!

"Jeon Jeongguk. Neredesin?" sorduğu soru ile gülmek istesemde sadece sustum.

"Tuvalette misin yoksa?" gürültüyle birlikte bulamamıştı beni. Ama bulacaktı. Nefesimi verip geri tuttum. Bir anda kapının açılmasıyla çığlık attım. O ise elini ağzıma kapatıp şaşkınlıkla bana baktı.

"O ne sesti öyle? Niye öyle bağırıyorsun! Yanlış anlayacaklar. Ah beni korkuttun." kalbini tutmasıyla elimi çekmesi bir olmuştu ben ise onun bu hâline gülmüştüm. Benim gülmem ile kendisine gelmiş beni gıdıklamaya başlamıştı. Nefes alamayacak dereceye geldiğimde boğuşurken kafamı duvara sertçe vurduğumda hareketsiz kaldım.

"Hasiktir! İyi misin? Bayıldın mı yoksa?" endişeli sesiyle birlikte kafamı tutup acıyla inledim. Canım çok acımıştı. Gözlerim dolmuştu. Dudaklarım istemsizce büzülmüştü.

"Ah, hayır hayır. Ağlama ama." burnuma öpücük kondurmuş, kafamı göğüsüne bastırarak kafamda vurduğumda yeri okşamaya başlamıştı. Bir iki göz yaşlarım dökülmüştü boynuna. Kafamı okşamasıyla birlikte mayışmış orada uyuya kalmıştım bir süreden sonra. Zaten yorgundum...

Mean it | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin