3

362 36 68
                                    


namjoon

"hoşgeldiniz! ne alırdı- senin burada ne işin var sapık!"

gördüğüm yüz ile sinirlenmiştim. burada ne arıyordu? ona karşıma çıkmamasını söylememiş miydim? kollarımı bağladım ve kaşlarımı çatmadan edemedim.

"ne o, orada dayadığın yetmedi bir de burada mı dayayacaksın?"

beni takip etmiş olmalıydı. belki de günlerdir ediyordu. ne de olsa oturduğum binada da görmüştüm bu sapık alfayı.

cam silme ses efektli kahkahasını attı ve tezgaha doğru yaklaştı. yaklaştıkça kokusu çoğalıyordu ve bundan hoşnut değildim, kesinlikle. bu sapığın kokusunu ne yapacaktım hem?

"sana dayamaya falan gelmedim, sakin ol. hem senin burada olduğunu nereden bileyim ben? buradan geçiyordum, denk geldi işte."

konuşurken aynı zamanda kollarını tezgaha dayamış ve bana daha çok yaklaşmıştı. "peki, inanmış gibi yapayım. niye gelmiştin?" birkaç adım gerilemiştim ve o da bunun farkına varmış olacak ki kollarını kaldırmış, biraz uzaklaşmıştı.

"müşterilere hep böyle mi davranıyorsun? eğer öyleyse-

"senden tavsiye istediğimi hatırlamıyorum. ayrıca müşterilere değil, sana böyle davranıyorum ama haklısın; sana böyle bile davranmamam gerekli, öyle değil mi?"

konuşmasına fırsat vermeden lafını bölmüştüm. onunla gereksiz konuşmalara girmek istemiyordum ve bundan haberi olursa daha iyi olurdu. hiçbir şey yaşanmamış gibi gelip böyle laubali olmasına fırsat verecek değildim.

iç çekmiş ve omuzlarını düşürmüştü. "peki o zaman. ben en iyisi menüye bakayım. ne istediğimi daha sonra iletirim zaten." gözlerini benden kaçırarak konuşmuştu. daha sonraysa tezgahta yer alan QR kodu okutmuş ve bir masaya geçmişti. ama boşu boşuna menüye bakacağını biliyordum.

yeni gelen müşterilerle ilgilenmeye devam ettim. içecekleri burada ben hazırlıyordum, yiyecekleri ise hoseok mutfakta hallediyordu. aslında birazcık sakar bir insandım ama çalıştıkça alışmış ve hasar miktarını en aza indirmiştim.

ve evet, önemsenmeyecek derecede sakardım. hoseok abartıyordu.

sapık alfanın gözlerinin olduğum tarafa doğru döndüğünü gördüm. onu dikizlediğim falan yoktu, denk gelmişti. sipariş vermek istediğini anladım ve olduğu masaya ilerledim. yanına varınca kalemimi tuttum ve küçük not defterini yüzüme yaklaştırdım. "evet?"

"japchae alayım ama-

"mantarsız."

çok sık lafını böldüğümün farkındaydım ama elimde değildi. hem bu sefer kesinlikle isteyerek yapmamıştım. mantara alerjisi vardı. ne diye konuşmuştum ki? "başka bir şey ister misin?" inatla yüzüne bakmıyordum. yanaklarımın yanmaya başladığını hissedebiliyordum.

"başka bi' şeye gerek yok. teşekkürler." laf dokundurmadığna sevinmiştim. yüzüne bakmadan hızla mutfağa doğru ilerledim. hoseok'u buraya yollayabilirdim.

"yok yok yok! hiçbir yerde yok ya! nerde bu?!" kendi kendine telefona bakarak konuşan hoseok oldukça komikti. güldüğümü duyunca arkasını dönmüştü. "ne oldu, neye sinirlendin?" telefonu önlük cebine yerleştirdi ve kollarını bağladı. şu anda sinirli göründüğünü sanıyorsa yanılıyordu; oldukça sevimliydi.

"o alfanın sosyal medya hesaplarını arıyorum ama bulamadım bi' türlü." bahsettiği alfayı sabah dikizlemeye çalışmıştım. sadece bir kere buraya gelmiş ve mandalina istemişti. ona buranın bir manav olmadığını ve eğer istiyorsa dışarı çıkıp bir manava gitmesi gerektiğini söylemiştim.

ama sevgili arkadaşım hoseok, alfayı gözüne kestirdiği için gitmiş ve ona mandalina almıştı. ertesi gün de saçını turuncuya boyatmıştı. alfa bozuntusu ona pek sıcak davranmamıştı ama salak arkadaşım ona bilekliğini vermişti. nasıl ikna etmişti, neler olup bitmişti hiçbir fikrim yoktu ama o alfanın onu da bilekliği de umursamadığına emindim.

alfa değil miydi? hepsi aynıydı sonuçta.

güldüm ve kenarda yer alan önlüklerden bir tane alıp boynumdan geçirdim ve arkamdan çok sıkı olmayacak şekilde bağladım. "ne yapıyorsun? sipariş mi hazırlayacaksın?" sorduğu soruya karşılık omuz silkmiştim. "evet, olamaz mı?"

ellerimi yıkadıktan sonra buzdolabından gerekli malzemeleri almıştım. "japchae mi yapıyorsun? zaten bir tek onu etrafa zarar vermeden yapabiliyorsun. nasıl oluyor anlamıyorum. neyse o zaman sana kolay gelsin. içerisi bende o zaman."

hoseok çıktıktan sonra gülümseyerek yemeği hazırlamaya başlamıştım.

eminim çok beğenecekti.

**

seokjin

her ne kadar bana kızgın olsa da hakkımda ufak detayları unutmamış olmasına seviniyordum. iyi bir ayrılık yaşamamış olabilirdik ama bu tekrar onunla birlikte olamayacağım anlamına gelmezdi.

namjoon arkaya geçtikten sonra onun yerine turuncu saçlı biri geldi. pek mutlu görünmüyordu; yüzünden belliydi. beni gördüğünde şaşırmıştı galiba. direkt olarak masama geldi ve karşıma oturdu. vitrin camının yanındaki masadaydık.

"sen misin o?" ellerini masada birleştirmiş ve heyecanla soru karşısında gülmeden edememiştim. kimdim ben? normal bir insan yok muydu burada?

"pardon? kim miyim ben?"

gözleriyle arka tarafa doğru baktı. kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra tekrar bana döndü.

"namjoon'un eski sevgilisi değil misin? eski fotoğrafınızdan tanıdım seni."

yüzüme engel olamadığım bir gülümseme yerleşti. ayrıldığımız; daha doğrusu beni terk ettiği gün söyledi o canımı yakan sözler geldi aklıma.

"senden vazgeçiyorum. iyiliğini istememeyi, seni düşünmemeyi öğreneceğim, anladın mı? seni öldürüyorum yavaş yavaş içimde."

anlaşılan o ki başaramamıştı.
bizden vazgeçememiş, içindeki beni öldürememişti.

"onu boş versene. şu ilanı kaldırabilirsiniz artık çünkü aradığınız garsonu buldunuz."

**

yazdıkça yazasım geliyor buna
akıyor bu akşam maşallah

yazdıkça yazasım geliyor bunaakıyor bu akşam maşallah

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

😽

flowers | namjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin