sabah uyanıp tüm işlerimi halletmiştim. şimdi ise köprücük kemiğim ve boynum arasındaki dövmeyi kapatıcı ile kapatıyordum. aslında sildirmeyi düşünmüştüm ama kıyamamıştım.
belki dövmeye belki de kendime. kim bilir?
giyindikten sonra dairemden çıktım. beşinci katta oturmama rağmen çok sık asansör kullanmazdım. yine merdivenlere yöneldim. dördüncü kattan geçerken gördüğüm boş kolilerle duraksadım ve karşılıklı dairelere baktım. yedi ya da sekiz numaraya birileri taşınmış olmalıydı. omuz silktim ve aşağıya inmeye devam ettim.
ne de olsa yakında tanışırdık. belki de bi' ara gider ve yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sorardım. evet, kesinlikle iyi bir fikirdi. birinci kata inmek üzereyken kapıdan çıkan kişiyi görmemle ikinci kata uçmuştum.
tıkırtı sesleri geliyordu. birkaç basamak indim ve merdiven boşluğundan görünmeyecek şekilde kafamı uzattım. hoseok'un aşkından ölüp bittiği alfa bozuntusu benim oturduğum binada mı yaşıyordu yani?
hoseok bunu ona söylemediğim için beni öldürebilirdi. alfa bozuntusu kafasını yukarı kaldırır gibi olunca hemen geri çekilmiştim. biraz hızlı hareket ettiğim için az daha yere düşecektim ama arkamdan birisi belime sarılmış ve düşmemi engellemişti. yakalanma korkusuyla belimdeki kola sımsıkı tutunmuştum.
aşağıdan gelen sesler kesilince binadan çıktığından emin olmuştum. elimin altındaki kolu hâlâ tutuyordum. ta ki arkamdaki kişi kulağıma beni huylandıracak şekilde konuşana dek.
"artık nefesini tutmasan mı acaba?"
tanıdık sesle gözlerim pörtlemiş ve hemen tuttuğum kolu fırlatmıştım. içimden hâlâ sesini unutamadığım için de kendime küfürler yağdırıyordum. ama en azından kokusundan hatırlamamıştım; bu da iyiydi. birkaç basamak aşağı indim ve arkamı döndüm.
beyaz bir sweatshirt ve geniş bir jean pantolon giymişti. gözlerimi yüzüne kaldırdım. siyah saçlarını ikiye ayırmış ve alnının küçük bi' kısmını açıkta bırakmıştı. çok yakışı- saçmalıyordum. hâlâ çok çirkindi. onun burada ne işi vardı?
"ne yapıştın be sülük gibi bana?!" onun da beni inceleyen gözleri sonunda gözlerime çıkmıştı. sorduğum soru karşısında kaşlarını havalandırmıştı. "merdivenlerden yuvarlanma diye tuttum seni. malum pek sakar-
"neyse ne! yapışma bir daha bana öyle! sapık mısın sen?! gelmiş arkadan dayıyorsun!" onun ağzından kendim hakkımda bir şeyler duymak istemiyordum.
elimde olmadan eser miktarda feromon yaymaya başlamıştım. heyecanlandığımı anlasın istemiyordum. hemen buradan çıkmam lazımdı. şaşırmışa benziyordu.
"dayamak mı? ne alakası var ya? iyilik yaptım diyorum. düşme diye." elimle üstümü başımı düzelttim. işe geç kalmıştım ve hobi beni öldürecekti. aşağıya inmeden önce son kez alfa bozuntusuna baktım. "senin bana dayamandansa düşmeyi yeğlerim. bi' daha da karşıma çıkma. sapık şey."
evet, "şey". ona alfa bile demek gelmiyordu içimden. böyle alfa mı olurdu?
"şimdi 'şey' mi olduk?"
arkamdan konuşmaya devam ettiğini duymuştum ama umrumda değildi. onu görmek istemiyordum. onun hakkında hiçbir şey istemiyodum.
onun için hızla atan kalbimi ise yerinden söküp atmak istiyordum.
**
seokjin
pekâlâ, böyle bir sabah beklemediğim kesindi. dışarı çıkıp usul usul iş aramayı düşünüyordum, merdiven boşluğundan aşağıyı dikizlemeye çalışan birini görmeyi değil.
onu burada görmeyi beklemiyordum. daha doğrusu onu görmeyi bile beklemiyordum. evden çıkarken hafifçe kokusunu almıştım ama yanılsama olduğunu düşünmüştüm. kokusunu özlemiştim.
ama şimdi ne yeri ne de zamanıydı. onun hakkında düşünmeyecektim. en azından çabalayabilirdim.
belki.
ne de olsa bunu isteyen oydu; zamanında.
aşağıya indim ve dışarı çıktım. dün kuş üzerime pisledikten sonra tekrar eve dönmek zorunda kalmıştım ve iş arayamamıştım. ama bugün arayacak ve bulacaktım. vitrin camlarına baka baka ilerliyordum. ara sıra yansımama gözüm takılsa da devam ettim.
ne yapabilirim ki? mükemmeldim.
birkaç sokak yürüdükten sonra biraz acıktığımı fark ettim. bir kafe veya restorant bulup yemek yersem hiç fena olmazdı. aslında çok zaman geçmemişti ama yemek yemeyi severdim. mutfakta da iyiyimdir aslında.
her şeyde olduğum gibi.
etrafta göz gezdirerek biraz daha yürüdüm ve gözüme bir yer çarptı; dışı rengarenk bi' kafe. yani kafeydi sanırım. kim böyle renkli bir yer açardı ki? gerçi bana fark etmezdi. yemeklerinin leziz olması yeterdi.
iyice yaklaştım ve tüm o renklerin içinde göze batan beyaz kağıdı gördüm. iş ilanı olabilir umuduyla hızla cama yaklaştım, biraz eğildim ve okuduğum yazıyla kocaman gülümsedim. aradığım işi bulmuştum. tüm kriterlere uyuyordum hem; alfaydım. alfa ve erkektim.
hemen birkaç adım atıp kapının önüne geldim ve hızla içeriye girdim. çalan zil ve tanıdık kokuyla olduğum yerde durdum.
"hoşgeldiniz! ne alırdı- senin burada ne işin var sapık şey!"
tezgahın arkasından bana bağıran omegayla kesin karar vermiştim; bu işi kapmalıydım!
**
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.