6.3

425 40 44
                                        



_parkkmin :
merhaba, sevgili günlük...
uzun zamandır sana bir şeyler
yazmadığımı fark ettim,
bugün biraz yazmak istiyorum.
çok değişik şeyler yaşadım,
üzerinden zaman geçti.
hepsini nasıl anlatabilirim bilmiyorum
ama deneyeceğim.
öncelikle Jungkook hyung ile
aram çok iyi
ve onu çok seviyorum.
özellikle tüm bunları yaşadıktan sonra
anladım ki,
onu kaybetmemem gerekiyor.
çünkü bana iyi geliyor,
her şekilde..
her neyse, devam edeceğim.
bir süre önce Jungkook hyung ile
onun tatil evine gittik.
yol çok eğlenceli geçti.
beraber konuştuk, gülüştük
hatta bana araba sürmeyi öğreteceğini
dahi söyledi.
eve vardığımızda yorgun olup
olmadığımı sordu,
fazla değildim aslında.
buradaki lunaparkın çok büyük
çok ışıltılı olduğunu söylediği anda,
gözlerimin parladığına
adım kadar çok eminim.
daha sonra aklıma
onun yorgun olabileceği geldi,
çünkü saatlerce araba kullanmıştı.
sen yorgunsan gitmeyelim hyung dediğimde,
bana şaşırarak baktı.
"buradaki en büyük ve en ışıltılı lunaparka
gitmek istemediğini mi söylüyorsun?"
dedi ve dudağımı ısırdım o anda.
lunapark zaafımın, tam ortasından
vurmuştu beni.
onu düşündüğüm için gitmek istemiyordum
ve bunu söyledim,
gülerek bana baktı ve şaşırdım.
yaklaştı, yaklaştı, ve BUM!
öptü beni.
yemin ederim ki, boynumdan aşağı
inen kelebekleri tek tek hissettim.
sonra cesaretlendim ve geri çekilmeden
ben de onu öptüm.
çok güzel bir his; öpmek, öpülmek,
özellikle de  Jeon Jungkook tarafından..
o gün lunaparka gittik, orada binlerce fotoğrafımı çektiğine çok eminim.
beraber edit yaptık ve o fotoğrafı da
resmî instagram hesabında paylaştı!
gelen yorumların çoğunluğu iyiydi fakat
onun cinsel yönelimi hakkında,
dizideki başrol olan kız hakkında
ve benim hakkımda herkesin
çok garip teorileri vardı.
bu beni biraz etkilemişti açıkçası.
çünkü dizideki başrol kız neden?
Jungkook ile bir etkileşimleri dahi yok?
ya varsa? |
ya |
|
aman tanrım |
aman |
|
olmadığını umuyorum |
olmadığını |
|
neyse,
hyung sonunda yorumları kapattı.
o gün gerçekten çok güzeldi.
ertesi gün yemek yapmaya
karar verdik.
oturup tezgahta onu izlememi istese de,
yardım etmiştim elbette.
daha sonra canım brokoli çekti,
almak için markete gittik beraber.
orada gözlerimin karardığını hatırlıyorum,
çok garip hissediyordum zaten.
o an anladım, hayatta fazla kalıcı değilim
ve zamanımı iyi değerlendirmeliyim.
kimseyi umursamamalı,
kafamı boş şeylere yormamalı
ve anın tadını çıkarmaya bakmalıydım.
tabii ne mümkün..
ertesi gün Jungkook hyung instagrama,
başaracağız ufaklık,
yazılı bir post attı.
onun çekimine gittiğimde çekmiştik
ve öyle bir fotoğrafın varlığından dahi
haberim yoktu.
görünce mutlu oldum, fazlasıyla.
yorumlar her zamanki gibi iyi-kötü
karışıktı ve yavaş yavaş alışıyordum
bu duruma.
o gün babamı aradım, ne yazık ki.
bunu söylemek canımı çok acıtıyor fakat
ne yazık ki demek zorundayım.
aradım, yanımda olmasını istedim.
o ise işlerinin olduğunu, daha sonra gelebileceğini söyledi.
yanımda Jungkook hyung vardı,
ağlamamak için dirensem de nafileydi.
sinirden ağlamıştım.
beni seviyor muydu?
sevmiyorsa nedeni neydi?
ertelenebilecek biri değilim, bunu biliyor.
zamanım da az,
bunu tahmin etmek zor değil.
buna rağmen hâlâ işinden bahsediyor.
nefret ediyorum işinden.
çok nefret ediyorum.
ağladıktan sonra Jungkook hyung
teselli verircesine benimle konuştu.
ona, ailem dahi yanımda değilken
sen neden sürekli benimlesin ve
ilgileniyorsun, demiştim
seni seviyorum dedi.
Jungkook hyung bana, seni seviyorum dedi.
o anki heyecanımı anlatamam, gerçekten.
düşündükçe kalbim hızlanıyor, şu an bile.
daha sonra yavaş yavaş yaklaştı,
ardından bir öpücük..
çok, çok güzeldi.
dudaklarımdaki yumuşak his, onun dudaklarının verdiği his, tarif edilemez.
ama garip bir şekilde
uyandığımda yataktaydım.
kötü düşünmeme sebep olmadı elbette,
Jungkook hyungu tanıyorum.
aşağı indiğimde, telefonla hararetli bir
konuşma yapıyordu.
yavaş yavaş yaklaşıp ne dediğini
anlamaya çalışıyordum
ama o kadar çok sinirli gözüküyordu ki
korkuyordum.
telefonunu koltuğa fırlattığında
olayın ciddiyetini anlamıştım.
" sikeyim işini!
hayatım boyunca böyle bir
umursamazlık görmedim. "
dedi ve koltuğa tekme attığında
korkudan çığlık atmıştım.
istemezce geri çekilirken göz göze geldik.
iş, umursamamazlık..
bu kelimeler tanıdık geliyordu.
Jungkook hyung babam ile mi konuşuyordu?
bu düşünce ben uyuyana kadar
beynimin içini kemirmişti ve
merak ediyordum
ama elbette soramazdım böyle bir şeyi.
ondan daha fazla korktuğumu
düşünmemesi adına yavaşça yanına ilerleyip
kollarımı açtım ve sarıldı sıkıca.
kafamı göğsüne yasladığımda kalp atışını hissettim ve çok hızlıydı.
gerçekten konu her neyse
fazla sinirlenmiş olmalıydı.
babama ise -net bilgi değil- sinirlenmekte
kesinlikle haklıydı
başka biri ise bilmiyorum
yine de sinirlenmesi beni korkutuyor.
daha sonra beni balkona gönderdi,
o da kahve yaptı bizim için.
hyungun kahvelerini çok çok seviyorum!
sanki içine farklı şeyler koyuyor gibi.
ona sorduğumda, içine sana olan
sevgimi koyuyorum Jimin-ah, demişti.
demek ki beni çok seviyor..
bana karamel soslu buzlu bir
kahve kendine de klasik sade yapmıştı.
aradan biraz zaman geçti, telefonu çaldı.
asistanıyla görüştü ve bizim eve
geleceğini söyledi,
biraz şaşırmıştım açıkçası.
eve işi ile ilgili bir şeyler getirmezdi genelde.
benim için işini aksattığının farkındaydım,
gerek olmadığını ve gitmesini söyledim.
yine de dinlemedi tabii.
babam işleri yoğun diye gelmiyor,
Jungkook hyung benimle yoğun olduğu
için işine gitmiyor.
hangisi gerçek sevgi?
tartışılır.
her neyse.
yanıma oturdu ben de hemen kafamı omuzunda yasladım.
ona temas etmeden duramıyorum,
gerçekten duramıyorum.
çok seviyorum; şekilli, büyük ellerini
ensesindeki küçük, yumuşak saçlarını
yumuşacık, dolgun dudaklarını.
birden, sanki ona hislerimi
anlatıyormuşum gibi
ona nasıl bağlandığımı falan
söylemeye başladım.
ben de kendime hayret ediyordum,
sanki sözler ağzımdan çıkıyor ve ben konuşmuyorum gibiydi.
" ben ilk defa bu kadar kısa zamanda birine hem çok güvenip hem de çok bağlandım. "
dedim ve fazlasıyla dürüsttüm.
onu bir başkası gibi değil de
ailemden birisi gibi görmek çok
güzel hissettiriyordu.
bazen anne, bazen baba şefkatiyle bana yaklaşması, her seferinde bebeği gibi olduğumu hissetmek zaten apayrıydı..
sesli olarak bir şeyler söyledim,
kısmen hislerimi ortaya döktüm, ardından
ise içimden şunu dediğimi hatırlıyorum;
" demek, âşık olmak böyle bir şeymiş.. "
yeniden gözlerimi açtığımda başım çok ağrıyordu, kafamı kaldıracak hâlimin
olmadığını hatırlıyorum.
filmin yarısında araya giren
karanlık reklamlar gibiyim,
ne zaman bir şey olsa sonunda bir
bakıyorum ki yataktayım.
kanser olmak sanırım böyle bir şey.
her neyse, uyandım ve bahçeye indim.
Jungkook hyungum, iki kadın ve
iki erkek ile önlerinde laptoplar,
tabletler ve dergilerle bir şeyler konuşuyorlardı.
görünmek istemediğim için kenardan
onları izlesem de
hyung beni fark edip yanına çağırdı,
her zaman, fazlasıyla dikkatli biriydi.
büyük salıncağa tek başıma oturdum ve
bir süre sadece onları izleyip dinledim.
Jungkook hyung arada bana göz kırpıp kaçamak gülümsemeler sunuyordu.
normal şartlarda buna deliler gibi sevinmem
gerekirken, o gün gülümsemeye
dahi zorlanıyordum.
oturduğum yerde
sallandığımı hissediyordum.
içimde depremler oluyor, yangınlar çıkıyordu
fakat görünürde hiçbir şey yoktu.
kafamı dağıtmak için telefonumu elime
aldım ve uzun süredir
babamın attığı mesajları
yanıtlamadığımı fark ettim.
beni fazlasıyla önemsiyormuş gibi
sevgi sözcükleri, yalan söyleyerek
verdiği sözler ve daha birçoğu.
her zamanki bahanelerini
tek tek sıralamıştı.
artık babamın bu hâllerine o kadar
alışmıştım ki reaksiyon göstermeden,
sessizce içimde yaşıyordum hüznümü.
en sonki mesajına cevap verdim.
artık canımı o kadar çok sıkıyordu ki düşüncelerimi tamamen (!) açık bir şekilde yazdım ve fazla dürüst davrandım.
kalbini kırmak bu dünyada olmasını
istediğim en son şeyken
o bana bunu fazlasıyla yapıyordu,
artık anlaması gerekiyordu beni.
çünkü gün geçtikçe ben susuyor, bir şey söylemiyordum ve beni tamamen unutmuş, hayatında yokmuşum gibi davranıyordu.
evet, Jungkook hyung benimle her daim ilgileniyor fakat o benim babam
ve asıl yapması gereken kişi kendisi.
üstelik ona bu kadar sürede nasıl çabucak
güvenip hasta çocuğunu emanet
edebildi, hiç bilmiyorum.
Jungkook hyungun güvensiz biri olduğunu
asla söylemiyorum,
konuştuğumuz ilk günden beri
farklı bir niyet olmadığına yemin
dahi edebilirim ama yine de
düşünüyorum ve eğer baba olsaydım,
çocuğum kanser olsaydı;
onu, bir zamanlar terk eden annesine
dahi emanet edemezdim.
babamın vicdanı bunu nasıl kabul ediyor bilmiyorum, aklım almıyor.
umursamamaya çalışıyor olsam da olmuyor.
o benim babam, nasıl olur da umursamam?
bu konuda ağlamaktan nefret ediyorum
ama gözlerim o kadar çok doluyor ki
göremiyorum ve sürekli yazım hatası
yapıp yeniden düzeltiyorum.
neyse, o güne döneceğim.
babama yazdığım onca şeyin arasından
ettiğim itirafları sildim ve ona
veda ederek konuşmayı bitirdim.
inanmayacaksın belki ama
sonrası bende yarım yamalak.
koşarak odaya doğru koştum, ağladığım için fazlasıyla sendeliyordum ve gücüm yoktu, birkaç kez yere düşüp acıyla inlediğimi de hatırlıyorum ama sonrası yok.
yeniden araya karanlık bir reklam giriyor
fakat bu reklam, fazlasıyla acı bir reklam
gibi geliyor herkese.
bana ise kalan vaktimi değerli kullanmam gerektiğini hatırlatıyor.
yeniden yatakta uyandım fakat bu sefer hastane odasındaydım.
yeniden o sıkıcı, bembeyaz odada olmak
bana çok garip hissettirmişti.
yarım saat boyunca ağlamıştım.
kendimi fazlasıyla yalnız ve
çaresiz hissediyordum.
bir saattir odama doktorum ve
hemşirelerden başka kimse girmemişti.
doktorum geldiğinde ise duygusuzca
söylediği şeyleri dinlemiştim.
kendimden umudu kestiğim için öleceğimi söylemesini beklerken bana sadece;
mideme bir tüp taktıklarını, beslenmeme ve kendime dikkat etmem gerektiğini söyledi.
" canım çok acıyor, artık dayanamıyorum,
iyi hissetmek istiyorum. "
desem de olmayacağını biliyordum.
çıktığında yeniden gözlerim dolmuştu.
birilerinin gelip yanımda
durmasını istiyordum.
hayır, birilerini değil, Jungkook hyungu
ve babamı istiyordum.
ama gördüğüm kadarıyla ikisi de yoktu.
çaresizce gözyaşlarımı silip tavanı izlerken hayatımı sorgulamaya başladım.
hastanede yapabileceğim tek aktivite buydu.
birkaç dakika sonra kapı tıklandı, hemşirelerden birisi olduğunu düşünüp
hareket etmeye dahi tenezzül etmedim,
Jungkook hyungun sesini duyana kadar.
onu gördüğümde istemsizce gözlerim dolmuştu, çok özlemiştim ve şu an burada olduğu için teşekkür edip boynuna sarılarak yeniden ağlayabilirdim.
endişesi suratından belli olurken onu
bu hâle getirdiğim için
kendime kızmıştım.
ardından ise dayanamayıp babamı sordum.
babam o gün yanıma geldi, saatlerce yanımda kaldı benimle bir şeyler konuştu fakat
eskisi gibi ılımlı olamıyordum ona karşı.
o gece hastanede yattığımda yanımda kalıp sabaha kadar bana bir şeyler anlattı.
hayatını, yaşadıklarını, hatalarını,
üzüntülerini ve daha çoğunu.
bana içini dökmek için doğru bir
zaman mıydı, sanmıyordum fakat
babam bunları anlatırken leş gibi
alkol kokuyordu.
elinden siyah bir şişeyi düşürmüyor ve
benim anlamayacağımı düşünerek
sürekli yudumluyordu.
benime konuşması, bir şeyler anlatması için sarhoş olmak zorunda mıydı?
ayık kafayla bana dürüst olamıyor muydu?
bilmiyordum fakat babam çok değişmiş,
fazlasıyla dengesiz davranmaya başlamıştı.
Jungkook hyung sabaha kadar saatte bir odama gelip beni kontrol ediyor, babam yokmuş gibi ilgileniyor,
bir şeye ihtiyacım olup olmadığını
soruyor ve gidiyordu.
onu yormayı hiç istemiyordum,
o nedenle kendi isteğimle
tedaviye evde devam edecektim.
ertesi sabah
hastaneden çıktığımda bile yürürken
Jungkook hyungumdan destek almıştım.
babama olan güvenim çok kırılmıştı,
zaten bir süre sonra odamda sızmıştı ve ona özel bir oda tutarak orada uyumasını istemiştim ve öğlene kadar
uyanmasını beklemiştik.
Jungkook hyungun göz altlarında halkalar oluşmuş, uykusuzluktan morarmıştı.
hızlıca eve gidip onun uyumasını istiyordum.
ben de uyumamıştım fakat içtiğim ilaçlar uyutmamıştı, onun uyuması gerekiyordu.
babam ayıldığında bir hemşire ile
evin yolunu tutmuştuk.
ayrı arabalarla gitmiştik,
elbette Jungkook hyung ile gitmiştim
yol boyunca hiç konuşmamıştık.
eve geldiğimizde en üst kattaki odaya geçmiş, hemşirenin tedavi için makineleri vs yerleştirmesini izliyordum.
kutularca ilaç, tonlarca iğne, kocaman
garip makineler korkutucu
gözükmüyordu artık.
alıştığımı zannediyordum ama zor geliyordu.
10 dakika sonra elinde bir kâse çorba ile yanıma gelmişti, babam.
kendi tarifi olduğunu kokusundan
anlamıştım ve bunu o kadar
çok özlemiştim ki..
canımın istememesine rağmen özlediğim
için içmiştim,
daha doğrusu babam içirmişti.
hemşire işini bitirmişti, babam yorgun olduğunu söyleyip duş almaya gitmişti.
Jungkook hyung ise yanıma ıslak saçlarını havlu ile kuruturken gelmişti.
üzerinde sadece siyah, kısa bir şort vardı.
üzerinde tişört yoktu,
gözlerimi asla ondan alamıyordum.
yavaşça yatağa geldi ve uzandı,
her hareketini adım adım izlediğime
asla pişman değildim..
evet sevgili günlük,
olaylar şimdilik bununla sınırlı.
birkaç dakika sonra
neler olacağını bilmesek de
hayatı güzel bir şekilde bitirmek
en iyisi gibi duruyor.



wind | jikook textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin