4.Bölüm

953 99 26
                                    

Merhaba, geldik sonunda! Yazarken büyük bir keyif aldım, umarım okurken de aynı zevki bulursunuz. Yorumlarınızı bekliyorum, hepinizi seviyorum! 🫀 Yıldıza tıklamayı ve yorum yapmayı unutmayın olur mu? Keyifli okumalar dilerim.🫶

"Keşke sen ben olsan; seni sevmenin ne kadar zor olduğunu anlasan. Keşke ben sen olsam; bukadra sevilmenin tadını çıkarsam..."

Özdemir Asaf...

Kaderin cilvesidir, bazı ruhlar iki kez kesişir yollarda. İlk seferinde farkına varmadan yan yana yürürler, belki de omuzları birbirine değse bile, kalpleri sessiz kalır. Fakat ikinci karşılaşma bambaşkadır. Evren sanki tüm sesleri kısarken, gözler kilitlenir ve bir anda geçmişin yankıları yankılanmaya başlar...

Soğuk terler alnımdan süzülerek yanağıma doğru akarken, sanki yer çekimi artmış da beni olduğum yere mıhlanmış gibi hissediyordum. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi güm güm atıyor, boğazıma düğümlenmiş kelimeler nefesimi kesiyordu. Kabullenemediğim her şey bir anda yüzüme çarpacakmış gibi hissediyordum. Belki de içimde bir umut filizlenmişti, belki de bu sadece bir tesadüftü ve ben yine olayları abartıyordum. Fakat kalbimin derinliklerinde bir yer biliyordu ki, bu bir tesadüf olamazdı.

Kırık bir kalp kolay kolay umut beslemezdi.  Belki de yanılıyordum, belki de bu sadece beni bekleyen bir hayal kırıklığı olacaktı. Ama o an hissettiğim duygular o kadar yoğundu ki, tüm bu olanları görmezden gelmek imkânsızdı.

Gözlerimi Gökçe'ye çevirdim, sonra elinde duran fotoğrafıma. Üniversiteden mezun olduğum gün Gökçe'nin telefonundan çekilmiş bir fotoğraftı. Aynı fotoğraf bende de vardı. Konuşamadım, yutkundum. Dilim lal olmuştu. "Be, ben aşağı ineyim." Sessizliği bozan Gökçe'ye çevirdik yine bakışlarımızı. O da tıpkı benim gibi şokta gibiydi. Ben ondan daha beter bir haldeydim. Elindeki fotoğrafı sessizce kitabın arasına geri koydu, komedinin üzerine bıraktı ve ne benim ne de Tahir'in yüzüne bakmadan yanımızdan geçip gittiğinde derin bir iç çektim.

Zihnim bulanık, kalbim fırtınalı bir deniz gibiydi. Gökçe'nin az önce kaybolduğu kapıya boş boş bakarken, kafamda bin bir soru dolanıp duruyordu. Sonra bakışlarımı Tahir'e çevirdim. Siyah gözlerinde, pişmanlık değil, umut dolu bir parıltı vardı. Bu bakış, aklımda kurduğum tüm senaryoları doğruluyordu sanki.

İçimi kaplayan karmaşık duygular beni boğuyordu. Burada olmam bile yanlıştı. Bu karmaşa içindeyken, doğru bir şey söyleyebileceğime dair en ufak bir umudum bile yoktu.

Fakat onun iç çekişi, bakışı sanki sevincini haykırıyordu. Öğrendiğime şükrediyor gibiydi. Ya da belki ben öyle algılıyordum. Sormadım, sorgulamadım, konuşmadım. Sessizliğimizi bozan ise Tahir oldu. "Süveyda..." dedi ve bir adımla dibimde bitti. Ayaklarım adeta yere mıhlanmış gibiydi, ne geri adım atabiliyordum ne de ileri. Ne o kıpırdandı ne de ben. Bir adım daha atsa nefesi nefesime karışacaktı ve ben neden bu durumdan rahatsızlık duymadığıma öfkelendim. Hazır değildim, ondan duyacağım hiçbir şeye hazır değildim. Bu anı konuşmak için doğru zaman değildi. Benim ona hesap sormam gerekirken bunu soramayışıma öfkelendim. Hızlı bir hamleyle önünden kapıya doğru ilerledim ve hiçbir şey söylemeden, hızlı adımlarla aşağıya inerken ne arkamdan seslendi nede durdurdu ve ben bir kez daha kendime öfkelendim. Belki de az önce böyle bir şeyin olmayacağını yanlış falan anladığımı söyleyerek kalbimi tekrar bin bir parçaya ayıracaktı. Onun asıl görevi de bu değil miydi? Adı üstünde kalp doktoruydu. Aşağı indiğim sırada Gökçe kapıda merakla beni bekliyordu "Ne..." dedi cümlesini tamamlamasına sizin vermeden elimde durdurdum ve "sonra, "dedim yutkunmaya çalışarak "Konuşalım olur mu?" dediğimde "Bekle de, bırakayım bari." diyerek benimle çıkarken "Yok, giderim ben sen misafirlerle İlgilen." Diyerek koşar adımlarla bahçenin kapısından çıktığımda yanaklarımın ıslandığını ancak o zaman fark ettim.

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin