Yerimden doğrulup ona doğru yaklaşırken parmakları parmaklarımı daha sıkı kavrayıp hızlı bir hamleyle beni kendine doğru çektiği o an... "O senin bana dert bildiğini ben hiçbir dermana değişmem Süveyda. Bütün derdim sen ol yeter ki, ben o derdi se...
Selamlar ben geldim efendim umarım beğenirsiniz yeni bölümü.
Aşağıda bulunan yıldıza bastıysak hepinize keyifli okumalar dilerim.😍
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yıllar önce gördüğüm yüz ifade şimdi yine tam karşıma tebessümle bana bakıyordu. Kalbim öfkeyle doluydu ona karşı aslında. Yıllar önce, sırtını dönüp uzak durmamı istemişti kendisinden. Oysaki Tahir abi benim zaafımdı. her ne kadar umursamıyormuş gibi görünsem de umursuyordum aslında.
Tahir Abi'nin yüzünde beliren o sıcak tebessüm... Yıllardır benden sakladığı o samimi gülüş, öfkeli fırtınamı dindirmeye yetti sanki bir anlık. Bir an için, sanki zaman geriye akmış gibi hissettim. Çocukluğumuzun o masum günlerine döndüm. Birlikte oynadığımız oyunlar, paylaştığımız kahkahalara... Ama acı gerçekte en güzel yıllarımız geride kalmıştı artık.
Bu sıcak tebessümü beni yumuşatmaya çalışsa da, kalbimi koruyan duvarları yıkacak kadar güçlü değildi artık. bir tebessümüne aldanarak ve bunca sene bana karşı soğukluğuna karşı yelkenlerimi hemen indirmeyecektim.
"Kimle konuşuyordun sen demin?" diye sordu, merakla bezeli bir sesle. Neyin merakı olduğunu da oldukça merak etmiştim doğrusu. Her gelip gidişinde bir kere "Nasılsın Süveyda, hoşça kal Süveyda" demeyen adamın bugün kimle konuştuğumu sorgulayası gelmişti. Garipti...
"Sana ne Tahir abi!" diye çıkıştım buz gibi bir sesle. Tıpkı onun bana sürdürdüğü o soğuk tavırla söylemiştim cümlelerimi. "Kim dalga geçerse geçsin seni ne ilgilendirir ki? Biz seninle yakınlığımızı beş yıl önce bitirdik, hatta sen bitirmiştin hatırlıyorsan? Şimdi bundan sana ne! Eğer şikâyet etme gereği duyarsam bir abim var, ona söylerim, sana değil!" Diye içimde biriken cümlelerimi bir anda pat diye yüzüne vurmaktan çekinmedim. Bozguna uğramış yüz ifadesi içimin soğumasına sebep oldu, çünkü o da beni böyle bozguna uğratmıştı yıllar önce. Çok ağlamıştım o gün, iki kelime bile edemeden duyduğum cümlelerin şokundan ağlaya ağlaya eve gelmiştim. Beni evlerinden kovmaktan beter etmişti. "Gelme sık sık bu eve artık." Demişti. "Çok sıkı fıkı olmayalım, yanlış anlaşılmayalım." Diyerek beni dumura uğratmıştı. Unutmuş muydu acaba bu söylediklerini? Unutmamıştı, unutamazdı...
Bizim bir çocukluk geçmişimiz vardı. El alem diye diye herkes birbirinden uzaklaşmak zorunda değildi ki. Nasıl Gökçe abimi abi biliyorsa ben de onu öyle biliyordum. Yanlış anlayacak hiçbir şey yapmamıştık biz. Benim Tahir abiye karşı zaafım vardı çünkü onun ellerinde büyümüştüm. Ben herkesten çok Tahir abiye daha yakın hissederdim kendimi. Çünkü biz, yıllarca omuz omuza, aynı gökyüzü altında, aynı oyunları oynayarak büyüdük.
Ellerini cebine sokmuş, gözleri bir kenara kaymış, kaşları iyice çatılmıştı. Her ne kadar söylediklerimi sindiremese de, o anki tavrından ne düşündüğünü anlamak zor değildi. Dibime kadar yaklaştı, sanki içindeki öfkeyi benden almak istercesine. "Hayırdır?" dedi, sesi sertti, ama daha çok altındaki kırılganlıkla dolu bir şey vardı. "Onca senenin hesabını şimdi mi soracaksın, Süveyda? Ne bu öfke? Neyin kafası bu? Ayrıca... Herkesin abisi kendine, kızım? İyi ki hatırladın abin olduğunu. benim abiliğim Gökçe'ye anca yetiyor."