Öğrendiği şeyden sonra kendisini eve atmayı başarabilen Sahra önce duyduklarını idrak etmekte zorlanmış, ardından elinde olmadan internet üzerinden söz konusu hastalığa bakınmaya başlamıştı. Pek bir bilgi olduğu söylenemezdi belki ama ortak kanı ateş yükselmesi, ani öfke patlaması, kendine zarar verme dürtüleri ve terleme eksikliği vs idi.
Okudukları sonrasında ne hissedeceğini bilmeyen Sahra Taner'in dediklerini de düşünüyordu. Peki uyumama, yememe bu hastalığın neresindeydi? Tüm bunlara sahipken bu Han'ı gerçekten de kaçılamayacak korkunç biri yapar mıydı, yoksa hastalığından muzdarip bir yaşam mı sürüyordu?Öte yandan hastalığının Sahra tarafından da öğrenilmesinden bir haber olan Han, Taner ile genç kadının bu günkü görüşmelerinden de haberdardı. Anladığı ve az biraz da soruşturduğu kadarıyla anlaşılıyordu ki Sahra o aile içerisinde en büyük yakınlığı kocasının kardeşiyle kurmuştu.
Eski kocası!
Daha öncesinde de sık sık birlikte oturdukları, aile içerisinde yakın bir dostlukları olduğunu da öğrenmişti. Kendi aramaları da ne zaman meşgule atılsa birkaç saat sonra o herifle olduğu haberi kulaklarına doluyordu. Bu kadar yakınlık onlar için bile fazla olsa gerekti. Ayrıca Tarık'la olan boşanma konusu göz önüne alınacak olursa bu arkadaşlık oldukça saçmaydı.
Ve Han bu arkadaşlığın ardında gizli kalmış, sindirilmiş bir takım duyguların olduğuna kalıbını bile basardı. Belki Sahra böyle düşünmeyebilirdi, bilmiyordu. Ama o Şahin veledine zerre güveni yoktu.İşte bunun için yeniden kalkıp İstanbul'a gelmiş, Şahin yuvasına doğru pençelerini uzatmıştı.
O akşam eve gelen Şahin erkekleri hiç beklemedikleri bu davetsiz misafirleriyle büyük bir şok yaşıyorlardı. Baba ve oğulları salonun girişinde durmuş, deniz manzaralı büyük pencerenin karşısındaki geniş, parlement mavisi koltuğa yayılmış vaziyette oturan Han'ı görmeyi asla beklemiyorlardı. Han'ın tam karşısında bulunan aynı renk koltuğa ise evin üç kadını yerleşmiş, arkalarında kalan manzarayı izlemekte olan Han'a bakma cüreti bile gösteremeyerek bakışlarını yerde sabit bir şekilde tutuyorlardı. Aralarındaki tek engel ortadaki gümüş renkli, üzeri aynalı pahalı orta sehpaydı.
Fakat kadınlar içerisinde tek bir tanesi ara ara da olsa kayınvalidesi ve görümcesinin uyarılarına rağmen bu genç, yakışıklı adama bakmayı başarıyordu. Bu elbette ki Gizem'di.
Han onun bakışlarının farkında olmasına rağmen genç kadının yüzüne doğru düzgün bakma gereği bile duymadan ve tam karşı karşıya olmalarına rağmen denizi izlemeye devam ediyordu.
Gizem onun uzamaya yüz tutan saçlarını, köşeli ve öfkeli görünen yüzünü, kaşının kenarındaki derinlemesine çizik izini merak ediyor olabilirdi. Lakin Han genç kadının gösteriş amaçlı üst üste attığı bacaklarını da, yakasını indirdiği kırmızı gömleğini de umursamıyor gibi görünmekteydi."İyi akşamlar." dedi salon girişinde duran baba ve oğullarına karşın. Taner'in bakışları karısına ve hemen ardından ikizine yol aldığında omuz silken kız kardeşi annesinden çok daha dirayetli görünmekteydi. Babaları Hakan bey soğukkanlılığını koruma iç güdüsüyle derin bir soluk alarak:
"İyi akşamlar." diye karşılık verdiğinde beklenmedik çıkışı yapan Tarık olmuştu.
"Ne için geldiysen bilmelisin ki artık senin işlerinle ilgilenmiyoruz."
Zaten bu aptal çıkışmayı ondan başka kimsenin yapamayacağını biliyordu Han.
"Öyle mi?" dedi ve bakışlarını usulca, oğlunun lüzumsuz cümlesiyle kızarmaya başlayan Hakan beye çevirdi.
"Tarık." diyerek oğluna bakıp adını söylemesiyle uyarısının yeterli olacağına inanan Hakan bey:
"Bu şerefi neye borçluyuz, Han?" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI - 2
General FictionBeklediğinizin çok daha ötesinde bir kaçırılma hikayesine hoş geldiniz. Sahra... Çölden gelen, çöl kadar parlak sesi ve güzelliğiyle bir dilber. Düşmanı ise intikam uğruna güzelliğini soldurmaya yeminli bir azraildi. Ta ki intikam ateşi sönüp o çöl...