"İyi akşamlar, Sahara, Ghulam."
Duyduğu ses ensesinde bir ürperme hissetmesine neden olmuştu. Bu sesi tanıyordu. Oysa hiç duymamayı, hiç tanımamayı dilerdi. Şimdi ise tekrardan aynı tonun kulaklarına çarpması gözlerini yummasına neden olmuş, birkaç saniye boyunca kapının kulpunu tutmaya devam ederken olduğu yerde hareketsizce beklemişti.
Usulca dönüp omzunun üzerinden, kabarık saçları arasından gerideki adama bakındı. Elleri giydiği takım elbisenin ceplerinde, başı dik bir vaziyette durmuş kendisini izlemekteydi. Yüzündeki ifade iste tahmin edilebilir bile değildi. Aralık kalmış dudaklarını birbirine bastırıp yutkunarak tamamıyla genç adama döndüğünde Cengiz de onun gibi derin bir soluk almış oldu.Günler sonra onu görmek, bu bir şeylere takılı kalmayan adamı tarif edilemez bir duyguya itelemişti.
Ah, akşam nasıl da zor olmuştu öyle. Sabahtan beri vakit geçmiyordu ve Cengiz sürekli saatlere bakmaktaydı. Giyinirken elleri tir tir titremiş, her zamanki tıraşı uzun sürmüş gibi sabırsızca ayaklanmaya çalışmıştı. Son yarım saattir ise bu odada tıkılı kalmış, ev sahibi olacak adamın kendisine sık sık Sahra ile olan ilişkilerini sormasıyla iyiden iyiye öfkelenmişti.
Lakin tam da sabrının son kırıntılarının tükendiği o an kapı açılmış, Sahra'nın ipeksi sesi duyulmuştu.Şimdi titremiyordu belki ama heyecanı hala doruk noktasındaydı. Onu haftalarca görmeyen kişi kendisi gibiydi.
Baştan ayağa süzdü genç kadını.
Saçları yine kabarıktı ama kıvırcıkları daha bir dizginlenmiş haldeydi. Yüzündeki makyaj gözlerinin çekikliğini ve dudaklarının dolgunluğunu iyice ortaya çıkarıyordu evet ama gereği bile yoktu. Han onu uykusuz gözleri ve çatlak dudaklarıyla da sevmişti.
Üzerindeki altın yaldızlı yer yer siyah elbiseye baktı. Kıvrımlarını öylesine ortaya çıkarıyordu ki Cengiz bir kez daha yumruklarını sıkarak yutkunmak zorunda kalmıştı. Sahra'nın korkudan mıdır bilinmez, telaşla inip kalkan göğüsleri elbisenin yakasından belli oluyor, Cengiz farkında olmadan bu görüntüye karşı soluğunu tutuyordu."Ne bu şimdi?" diye cesaretini toplayarak konuşabildi Sahra. Sessizlik anbean uzuyordu ve bu adamla bir kez daha kapalı kapılar ardında kalmaya tahammülü yoktu.
"Yine mi kaçırılıyorum?" diye sorduğunda cık diye bir ses çıktı Han'dan.
"Merhabalaşma, diyelim." diyerek göz kırpıp usul usul genç kadından yana adımlamaya başladı. Sessiz yaklaşımı her adımıyla hızlanırken:
"Hm, iyi o zaman." diye sahte bir gülüş sergiledi Sahra. Rahatlamalı mıydı yani? Ona inanmasını mı bekliyordu yoksa?
Bu adam en son sinsi sinsi yaklaştığında kendisini onun kucağında bulmuştu. Yine aynı şeye maruz kalmak istemiyordu."Merhaba, oldu mu?" dedi Cengiz kendisinden yana adımlamaya devam ederken. Alay eder gibi yavaş yavaş, bir kaplanın avından yana yürümesi gibi yaklaşıyordu.
"Şimdi söyler misin kapıyı açsınlar." dedi sırtını dayadığı kapıyı işaret ederek. Hiçbir şey söylemedi Cengiz. Bakışları bedeninden yukarı, gözlerine doğru çıkmıştı ve kendi gözlerini kırpmıyor gibiydi.
"Kocam birazdan beni almaya gelecek." diye bir yalan uydurarak kendi bakışlarını kaçırdı Sahra. Onunla göz göze olmak bile rahatsız ediciydi. Cengiz tam karşısında yer alarak durup:
"Kocam diye bahsetme şu adamdan, ne de olsa boşanıyorsunuz." diyerek ellerini ceplerinde tutmaya devam ederek izledi.
"Henüz değil." diye söylendi Sahra. İkinci yalanıydı. Tarık'ı en kısa sürede boşayacaktı ve kendi kendine konuşurken bile artık ondan kocam diye bahsetmiyordu. Fakat şimdi Han ile karşı karşıyayken sığınacak başka bir yalanı olmadığı için bilerek onun adını kullanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI - 2
General FictionBeklediğinizin çok daha ötesinde bir kaçırılma hikayesine hoş geldiniz. Sahra... Çölden gelen, çöl kadar parlak sesi ve güzelliğiyle bir dilber. Düşmanı ise intikam uğruna güzelliğini soldurmaya yeminli bir azraildi. Ta ki intikam ateşi sönüp o çöl...