Günler geceler, hatta haftalar geçerken Sahra yaşamını sürdürdüğü gibi Han ailesi de normal hayatına devam ediyordu. Hiçbir şey olmamış gibi normal yaşantısını sürdüren bir diğer aile de Şahin ailesiydi.
O kadar rahatlardı ki sanki hiç Han tarafından silahlı saldırıya uğramamış, Sahra hiç kaçırılmamıştı. Hatta sanki Sahra hiç onlardan biri değilmiş gibi varlığını unutmuşlardı. Tabii bu da kimileri için geçerliydi. Zira ailenin tek kızı olan Tuğba da, büyük yürekli küçük oğlu Taner de genç kadını akıllarından çıkarabilmiş değillerdi. Üstelik babaları Hakan bey de bu işin bir an önce sonuç kazanmasını istiyordu. O yüzden oğluna öylesine baskı yapmıştı ki Tarık en nihayetinde rahatlığı bırakıp bir karısı olduğunu hatırlayarak Han'la iletişime geçmeye karar verdi.Elbette bu karara varmak da hiç kolay olmamıştı. Bir kere Han'ın ne tepki vereceğini asla kestiremiyordu.
O adam Hollywood filmlerindeki basit, belalı mafyalara benzemezdi. Soyunun Moğol ve Türklerden geldiğini duymuştu ki tam anlamıyla bir Türk olduğu su götürmez bir gerçekti. Farklı soylardan nefret eder, kimseye statüsü gereği öncelik tanımazdı.
Ailesini doğunun ormanlarından birinin içerisinde yaptığı kendilerine özgü bir kasabada bekletiyor, kalabalık erkek grubunu gerek görmedikçe ortaya çıkarmıyordu. Kadınları ise hiçbir olaydan uzak tutmaz, söylentilere göre sık sık annesinin fikrini alırdı.
Bu kadar derin düşünen bir adama bir şeyleri kabul ettirmek güç olacaktı.Oturup konuşma teklifi Han'a götürüldüğünde ise saat akşamı geçiyordu.
Yediği pirzolanın kemiğini yarı boş tabağa bırakıp parmaklarını yalayarak kardeşi Mete'ye baygın bakışlarla baktı. Mete abisine bir cevap ister gibi bakıyordu. Ona göre bu teklifi fazla sorgulamadan kabul etmelilerdi. Nasılsa üstünlük daima olduğu gibi yine kendilerindeydi. Şahin ailesi öyle ya da böyle paçalarına yapışacak, istedikleri her şeyi kabul edeceklerdi. Aslında bu adamlarla iş yapma fikri oldu olası Mete'nin hoşuna gitmemişti. Ama abilerine bir türlü sözünü dinletememiş, ihanet gözler önüne çıktığında ise abisinin öfkesini perçinleyememişti."Demek Şahin kanatlarını indirdi." Diyen abisine:
"Mecburdu, biliyorsun." Deyip bakışlarını ardında bulunan pencereye yönlendirdi. Cengiz de aynı yere baktığında dışarıdaki genç kadını görmüş, kardeşinin ne demek istediğini anlamıştı.
Evet, haklı olabilirdi. Belki de Şahinler Sahra'yı hatırlamışlar, hala yaşıyorken onu kurtarmaya karar vermişlerdi.
Ağzındaki lokmanın geri kalanını yutup dudağını dişlemeye başladı. Ayrılma vakti yaklaşmıştı, ama o hazır mıydı, bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu kadını gördüğünden beri iyi olmadığıydı."Gülşen." Dedi yemeğini tazeleyen kız kardeşine.
"Hm." Diye suratına bakan kıza bakmadan:
"Odasını hazırlayın." Dedi. Gülşen'in bakışları da şimdi dışarıda Gökçe ile sohbet eden Sahra'daydı.
Gidişi yaklaşırken, neden oda veriliyordu ki?...
Görüşme günü gelmiş, Cengiz yanına aldığı kardeşleri ve birkaç yakın adamıyla İstanbul yolunu tutmuştu. Şahinler kendi sahalarında oynamayı teklif etmişlerdi ve bu Cengiz için bir sorun teşkil etmiyordu. İstedikleri yere çağırabilirlerdi. Nasılsa önünde sonunda kendi dediği olacaktı.
Uçaktan inip ağır adımlarla buluşma noktasına geçerken peşinden gelen Muhsin'le Mete Şahinler ile yapılacak anlaşmanın gerekçelerini konuşuyor, Cengiz ise çok başka şeyler düşünüyordu.Evvela bu anlaşma Sahra'nın kurtuluşu olacaktı. Canından bahsetmiyordu. Artık canı tehlikede değildi belki, ama garip bir şekilde gözünün önünden ayırmak istediğini de sanmıyordu. Sahra ise kendisine duyarsız kalmaya devam ediyordu.
Cengiz kitaplardaki o kötü adamlardan biraz daha farklıydı. Tabii birçok hikayenin kahramanı gibi yüreğini aşık olma dürtüsü onda da yoktu. Bir kadınla karşılaşma, onunla konuşup vakit geçirme arzusundan uzak bir insandı. Öte yandan ırk üstünlüğüne de aşırı derecede inanmaktaydı. Türklerin yeniden şaha kalkması en büyük hayaliydi ve asırlardır yan soy karışmayan ailesinden ne bir İngiliz, ne de bir Arap vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI - 2
General FictionBeklediğinizin çok daha ötesinde bir kaçırılma hikayesine hoş geldiniz. Sahra... Çölden gelen, çöl kadar parlak sesi ve güzelliğiyle bir dilber. Düşmanı ise intikam uğruna güzelliğini soldurmaya yeminli bir azraildi. Ta ki intikam ateşi sönüp o çöl...