''Puantiyeli.'' dedi gözlerimden gözlerini ayırmayarak.
Ellerimi iki yana açarak bağırdım. ''Ne kahrolası, ne!'' aramızdaki mesafeyi kapatmak adına bir adım attığında, geriye doğru bir adım attım.
Bana yaklaşmasını, hatta yüzünü bile görmeyi bile istemiyordum.
''Evet, aptalsın.'' o benden daha şiddetli bağırdığında gözlerim dolmuştu.
Siyah deri ceketini hızla üstünden çıkararak yere fırlattı. Ceketin yere hızla çarpmasıyla oluşan ses beni ürkütmüştü.
Üstüme hızla yürüyerek geriye doğru adımlar atmamı sağlamıştı.
Büyük bir gürültüyle arkamdaki boy aynasına dayandım. Duvar yerine buraya bu boy aynasını kim koymuştu?
Bana doğru yürürken kaçacak yer arıyordum, lakin yoktu. Yumruğunu kaldırdığında bana vuracağını sanarken, yumruğu tam başımın yan tarafındaki aynayla buluştu.
Derin derin soluklar alıp verirken, kanlı eliyle çenemi kaldırdı. Göz gözeydik.
''Herkes seni ezer, kırar.'' koyulaşmış gözlerine gözlerimi kırpmadan baktım.
Siyah saçları fena halde dağılmıştı, sert yüz hatlarında hiçbir yumuşama yoktu.
Alnını alnıma yasladı.
''Ben bir canavarım, Sena.'' ismimi ondan duymak beni ürpertti, titredim.
Elinden kanlar akarken bir an olsun yerinden kıpırdamadı.
Nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.
Ona böyle olmadığını söylemek istedim, ama kelimeler dudaklarımdan çıkmıyordu.
Titreyen elimi yüzüne doğru kaldırdım tam konuşacağım sırada yangın alarmı çalmaya başladı.
''Bu da neyin nesi?'' diye sordum. Fırlattığı ceketini çabucak giyip kolumdan tuttu. '' Gidiyoruz.'' dedi bana bir daha bakmadan. Sıkı sıkı tuttuğu kolumla birlikte beni koridora çıkardı. İnsanlar bir yöne koşuyor, bağırıyor çağırıyorlardı fakat yangın yoktu.
Merdivenlerden koşarak indikten sonra alt kata gözlerim takıldı. Kimse yoktu. Boş koridorda yankı yapan ayakkabı seslerimiz dışında tek bir ses gelmiyordu.
''Bırak beni artık.'' dedim ondan kolumu kurtarmaya çalışırken.
''Amacım o.'' dediğinde sertçe kolumu elinden kurtardım. Alarm susmuş, garip bir uğultu bırakmıştı.
''Beni öpüyorsun, sonra hakaret ediyorsun. Senin sorunun ne?'' dedim suratına öfkeden kısdığım gözlerimle bakarak.
''Tartışmak için vaktimiz yok. Yürü.'' diye beni çekiştirdiğinde tekrar kurtulup ''O zaman yarat.'' dedim.
Yer ve zaman önemli değildi, çok dengesiz davranıyordu.
''Kızım-'' beklentiyle ona bakarken koridorun sonundan gelen alkış sesine döndük. Karanlık olduğu için alkışlayan kişinin suratı belli olmuyordu.
''Dişli bir kız, kardeşim.''
Sarı saçları, koyu laciverte benzeyen gözleri ve en az Yiğit kadar uzun olan çocuk birkaç adım önümde durdu.
Ateşini yakan Yiğit'e bir bakış attım, çenesini sıkıyordu.
''Burada ne işin var?'' dedi Yiğit dişlerinin arasından.
Adını bilmediğim çocuk dişlerini gösterecek bir kahkaha attı.
''Hoşgeldin anlayışına bayılıyorum.'' Yiğit ona bir adım attığında elindeki alevin daha da büyüdüğünü gördüm.
''Hadi ama, ilk önce kendimi şu küçük hanıma tanıtmama izin ver.'' birkaç adım daha bana yaklaşarak ingiliz asilzadelerine yakışır bir reverans yaptı.
''Ben Tunç Monolinya Lanterin. Onuncu grup'un lideri, Üçüncü Okul Müdürü, Monolinya Grandükü ve ömrü uzun , hükümdarlığı ise daim olan Yüce Majesteleri Üç Başlı Ejder Tahtı'nın Hükümdar'ı Kral Harry'nin ikinci oğluyum.''
Boş gözlerle, açık kalan ağzımı kapatmaya çalıştım. Ne demişti o? Dük müydü Kral mıydı birşey diyordu ama.
''Ama sen bana kısaca kocacım diyebilirsin.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yetenek Akademisi
Fantasía''Yanan elleri bir tek bana işlemezken alev alev olan gözlerini bana dikti. O zaman sadece ellerinin değil gözlerininde ateş aldığını farkettim. Başlı başına bir yangındı ve benide yakıyordu.'' Birçok yetenek, güç, hayat. Hepsi bir okulda okurken...