Lucian ile kullanılmayan bir patikayı kullanmış, sınır yanındaki sahile gelmiştik. Adalar birbirine yakındı. Buradan bakınca Fildan'ı görebiliyordum. Fındık kadar olsa da...
"Gitmeli miyim?" Lucian'a sorduğum soruya elbette bir cevap alamamıştım. Burada olduğum zaman boyunca annemi özlemiştim. Ne halde olduğunu bilmiyordum ama gitmekte istemiyordum. Vazgeçiyormuş gibi hissediyordum. Ama neden böyle hissettiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Vanya yüzünden olamazdı. Daha iki gündür tanıdığım birine bağlanamazdım. Belki de... Bağlanmak değilde ondan hoşlanıyordum. Duygularımdan kaçacak biri değildim. Başımı kaldırarak Lucian'ın bedenine yaslandım. Karışmış hissediyordum.
"Git." Duyduğum ses ile başımı sağıma çevirerek gelene baktım. Beni öpen kadındı. Bıkmışça bir nefes alarak önüme döndüm.
"Ne işin var burada?" Sert sorum ile gülerek kumlara oturdu. Bir şey dememiş benim gibi dalgaları izliyordu.
"Gidemem..." Yorgun çıkan sesim ile bana dönmüştü. Bir şeyi fark etmişçesine yanıma gelerek "Güçlüsün ama yorulmuşsun. Seni yoran ne?" demesi ile gözlerimi yüzüne çıkardım. İnsanları anlayabiliyordu. Peki ama, insanlar onu anlıyor muydu?
"Hiç bir şey umurunda değilmiş gibisin. Ama bir şeyler canını yakıyor." Dediklerim ile kaşlarını çatmış sinirle ayağa kalkmıştı. Onu anlamam sinirlerini bozuyordu.
"Neden sinirleniyorsun ki? Kendine bu hayatı yaşatan sensin." Sakince konuşmamla yüzü düşmüş arkasını dönerek uzaklaşmaya başlamıştı. Ormanın içinde kaybolmadan önce bağırdığını duydum.
"Benim gibi olmaman için söyledim. Elbette haberin vardır hikayeden. Sadece kahramanı olduğumu bilmiyorsundur. Steve'in gelini benim." Söyledikleri ile tekrar dalgalara dönerek gözlerimi kapattım. Onun yaşadıkları da kolay değildi. Sevdiği adam tarafından terk edilmiş, aldatılmıştı.
Ayağa kalkarak elimi dizime vurdum. Bu hareketim ile Lucian ayağa kalkmış başını sallamıştı. Hızla sırtına binerek işaret verdim.
♟️
Toprak yolda ilerlerken düşünmeye çok vaktim olmuştu. Gitmeyi defalarca kez düşünmüş, her seferinde vazgeçmiştim.Ve sonunda Sirilanzow sınırları içerisinde yeni bir güne gözlerimi açmıştım. Yemem yemiş bahçedeki Lucian ile yola çıkmıştık. Bugün diğer günlere göre daha iyi hissediyordum.
Cebimdeki çiçeği çıkararak bir süre oyalandım. Sterliçya çiçeği dün aklıma gelmişti ve anlamı sıcak sevgiydi. O anda hissettiğim bu duyguyu benden iyi anlatıyordu.
Bugün Vanya ile konuşmayacaktım. Onun bana gelip hesap soracağını düşünüyordum. Giderken bir şey dememişti. Ama gitmemiş oluşuma hazırlıksız yakalanacaktı.
Başımı çevirerek Lucian'a baktım. Dün gece patikada koşarken yanıma gelmiş beni yalnız bırakmamıştı. Yelelerini okşayarak sırtına bindim. Böyle giderse kasabaya varamayacaktık. Sırtına binerek dizginleri salladım. Hızlanmaya başlamış emir beklememişti.
"Daha hızlı oğlum, hadi." demem ile daha da hızlanmış toprak yolu tozlandırmıştı. Gülerek başımı kaldırdım. Bugün farklı bir işim vardı. Gitmeden önce burada yapmam istediklerim vardı. Ve bir liste belirlemiştim. İlk işim evi canlandırmak olacaktı.
Kasabanın girişini görmem ile yavaşlayarak etrafı inceledim. İnsanlar işlerine devam ediyordu. Meydandaki heykeli eski haline döndürmeye çalışıyorlardı. Yıkılmış bir şeyi nasıl eski haline döndüreceklerdi. Yere atlayarak Steve'in dükkanına girdim. Bugün diğer günlere göre daha kalabalıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uğra Kollarıma
General Fiction"Burada biz umudu uçurtma olarak simgeleriz. Çünkü umut karşı koymaktır. Her türlü düşünceye, tehlikeye karşı vazgeçmemektir. Ve uçurtmalar... Uçurtmalar rüzgar gücü ile değil o güce karşı koydukları için yükselirler." "Ve asılı kalan uçurtma, umudu...