Asker sabahın ilk ışıklarına dayanamayarak yattığı yerde doğruldu. Ayağa kalkarak ona verdikleri kıyafetleri giydi.
Bugün bu evde ilk günüydü ve yaşlı bir adamın yanında askerlere erzak dağıtacaktı. Bu durum askere zor geliyor, vatanına ihanet ediyormuş gibi hissettiriyordu. Sanki bilerek bu işi askere vermişlerdi. Ama asker onlara istediğini vermeyecek, bu işi doğduğundan beri yapıyormuş gibi davranacaktı.
Evden çıkarak kasabada bulunan dükkana girdi. Dışarıda iki at arabası vardı ve birkaç kişi ellerindeki kasaları arabalara taşıyordu.
Dün Noney sayesinde tanıştığı adama ilerledi. Adam onu görmesi ile elindeki tüm kasaları yere bıraktı.
"Bunları arabaya taşı." Asker tepki vermeyerek kasaların hepsini eline aldı ve dışarıya çıktı. İlk araba tamamen dolmuştu, ikinci arabaya doğru ilerledi.
"Ne yapıyorsun sen? Hepsini nasıl taşıdın?" Kasalardan dolayı tam göremediği kişiyi umursamayarak kasaları ona uzattı.
"Ben hepsini alamam." Karşısındaki adamın dedikleri ile sinirlendiğini hissetti. Burada geçireceği günleri bilmiyordu, herkesle iyi geçinmeliydi ama böyle giderse çok geçmeden kendi ipini onlara bırakmadan keseceğine emindi.
"Alabileceğin kadarını al!" Çok geçmeden yukarıdan iki kasa alınmış askerin önü açılmıştı. Elinde kalan üç kasayıda arabaya bırakarak adama döndü. Yılışık bir tipe benziyordu. Kokudan da içtiği belliydi.
"Yine mi sarhoşsun Arnold!" Yaşlı amcanın sert sesi ile asker iki adım geri çekilerek ikisini izledi.
"Bu sefer az içtim patron." Adının Arnold olduğunu öğrendiği adamın cevabı ile ihtiyar askere döndü.
"İlk arabayı sen süreceksin!" Adamın sert sesi ile asker başını sallayarak arabaya doğru ilerleyecekti ki ihtiyarın sorduğu soru ile durmak zorunda kalmıştı.
"Adın neydi?" Bu soruya ne demesi gerektiğini bilmiyordu ama zaten kimse onu tanımıyordu. Adını söylese bile sorun olacağını düşünmüyordu. "Harold Qolp!" cevabını vererek hızla arabanın önüne oturarak dizginleri eline aldı. Belki bu atlardan biri ile kaçabilirdi. Sağdaki soldakine göre daha kuvvetli duruyordu.
Yaşlı adamın yanına oturması ile ona döndü. "Hareket edebilirsin!" aldığı emir ile dizginleri hafifçe vurdu. Bu hareketi ile atlar hareketlenmiş onları götürmeye başlamıştı.
Asker atları yönlendiriyor ve arada çaktırmadan etrafı izliyor her bir bölgeyi aklında tutmaya çalışıyordu.
"Nerelisin?" Adamın şüpheli sorusu ile ona döndü. Ne diyecekti? "Ezekill'deki kasabalardan birinde misin yoksa? Öyleyse senin için riskli olmalı nede olsa yarısı sınır dışında. Fildan'da!" adamın ondan önce lafa atlaması işine yaramıştı. Ufak bir hareket ile başını sallayarak tekrar önüne döndü. Bu adam ile arasını iyi tutsa iyi olacaktı. Fazla agresif ve sinirli bir adamdı ve söylentilere göre oğlu düğün günü kaçtığı için iki yerinden bıçakalayarak denize atmıştı. Yani bunu ona Noney söylemişti, doğruluğunu bilemezdi.
"Siz buralımısınız?" Uzun bir aradan sonra askerin soru sorması ihtiyarın gözünden kaçmamıştı yinede belli etmeyerek "Evet. Noney seni bana getirdiğinde şaşırmadım. Her zaman kuvvetli kişileri getirir bana. Ama hepside ikinci haftasında bırakıp giderler. Söylentiler hepsini korkuttu." İhtiyarın cümleleri ile asker derin bir nefes aldı. Hiç bir zaman korkusuz biri olmamıştı ama bu hep öyle olduğu anlamına gelmezdi. O yüzden içten içe kendini cesaretlendirerek "Oğlunuzu öldürdüğünüz hakkındaki söylentiler mi?" demişti ama ihtiyar yalnızca gülmüş ve önüne dönmüştü.
"Oğlum düğünden iki ay önce gelerek birini sevdiğini söylemişti. Hayır demedik, gittik ve kızın ailesi ile görüştük. Hatta öyleki düğün bile oldu. Ama düğün günü kaçtı gitti. Tabikide onu bu yüzden öldürmedim. Ama kızı bırakıp başka birine gitmiş. Gittiği kızdan iki yaşında bir oğlu vardı. Ve düğünde bıraktığı kızın ailesi o günden sonra kızlarını silmişlerdi. Ne yapsaydım? Kızın arkasında duracak kimsesi yoktu. Onu bu hale getiren cezasını çekmeliydi. Elbette öldürmek istemedim yalnızca göz dağı verdim. Ama kaçtığı kızın abisi askerden dönünce herşeyi öğrenmiş. Yaşatmadı oğlumu. Herkes de ben yapmışım bildi. Bende aksini söylemedim." Yaşlı adamın dedikleri ile rahatladı asker. En azından yanında bir katil taşımıyordu. Bu ona yeterdi. Yaşlı adamın sessizliği ile kısa bir an ona döndü asker. Hüzünlüydü ihtiyar.
"Sizin suçunuz değildi." Askerin yumuşak sesine karşın ona döndü ihtiyar. "Peki sen? Sen neden bu kadar hüzünlüsün?" yaşlı adamın sorusu beklenmedikti. Asker de bilmiyordu hüznünü. Tek bir nedeni olmadığı kesindi. Ama bilindik en yakın cevabı verdi.
"Annem. Onun yanına gidemiyorum. Elimi kolumu bağladılar." Askerin cevabı ile bir süre düşündü adam. Neden gidemediğini bilmiyordu ama onun adına üzülmüştü.
"Baban peki?" Yaşlı adam susmak bilmiyordu. Her defasında yeni sorular sorarak askerin kafasını karıştırıyordu. Bu iyi değildi.
"Kaybettik. Yıllar önce olan bir savaşta." Yaşlı adam daha da üzülmüştü. Keşke sormasaydım dedi içinden.
Asker az ileride çitleri gördü. Yolu kapatmışlardı ve başlarında iki asker vardı. Oraya yaklaşınca dizginleri kendine doğru çekti. Bu hareketi ile atlar da ona uyarak durdu.
Ne yapacağını bilmiyordu, bu yüzden her şeyi yaşlı adama bırakarak etrafı inceledi. Dikkat çekmek istemiyordu.
"Ahh yaşlı adam. Dede olacak yaştasın ama hayla iyilik peşindesin." Asker tekrarladı içinden, zaten öyle. Çok geçmeden yaşlı adamın huysuz sesi etrafa yayıldı.
"İyilik yapmanın yaşı olmaz. Aç kapıyı da geçelim. İşimiz gücümüz var." Bunun üzerine asker daha fazla beklemeyerek kapıyı açtı. Diğeri ise arabayı inceliyordu. Çok geçmeden diğer asker elinde biraz ekmekle çıka geldi.
"Bunuda bize bırakırsın heralde. İyilik yani..." Asker alayvari bir şekilde konuşarak atların önlerinde durdu. Bu adama sinir olmuştu. Düşündü Harold 'Belli ki buradaki tüm askerlerin kanında vardı, alay.'
Asker ufak bir hareket ile atın dizginini huysuzca kıpırdattı. Bu şekilde önlerindeki adam askere doğru yaklaşmış dikkatle onu incelemeye başlamıştı.
"Bu ne?" Askerin sert sesi ile Harold bir süre onu inceledi.
"Hayvan olmadığım kesin." Harold'un sert ve alaylı sesi askerin dikkatini çekmişti.
"Dayak mı istiyorsun? Adın ne?" Korkutabileceklerini sanıyorlardı. Ama bilmiyorlardı. Karşılarındaki asker Fildan'ın en iyi askeri olarak ilk ona girmiş ve defalarca kez ödül almıştı. Evinde bir sürü arma taşıyordu. Saniyesi ile bu iki askeri öldürebilirdi. Ama hiç bir zaman alaya kanan biri olmamıştı.
"Harold..." Asker kısa bir an etrafı inceleyerek tekrar Harold'a döndü. Bu askeri daha önce görmüştü ve askerin Harold'u tanıdığı kesindi. Felaket kaçınılmazdı.
"Geçin..." Asker başı ile ufak bir selam vererek geçmelerine izin vermişti. Daha deminki alaylı sesi yerini saygıya bırakmış, alayı hareketlerinden de silmişti. Harold'un umurunda olmamış ve dizginleri ufak bir hareket ile atlara vurmuştu. Canlarını acıtmıyor muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uğra Kollarıma
General Fiction"Burada biz umudu uçurtma olarak simgeleriz. Çünkü umut karşı koymaktır. Her türlü düşünceye, tehlikeye karşı vazgeçmemektir. Ve uçurtmalar... Uçurtmalar rüzgar gücü ile değil o güce karşı koydukları için yükselirler." "Ve asılı kalan uçurtma, umudu...