22. Bölüm: Ve Güller

30 30 146
                                    

Akşam yaklaşmıştı. Hava mor, mavi, turuncu, kırmızı harika renklere boyanmıştı. Gökyüzünde bir kaç kuş uçtu. Gün batımı nedeniyle siyah görünüyorlardı. Bana karşı esen rüzgara derin bir nefes aldım. Bahçede neredeyse kimse kalmamıştı. Bahçedeki lambalar açılmış, etraflarında ateş böcekleri ve sinekler onlara çekiliyordu. Yine söğüttün altına oturmuştum. Bir asker yanıma gelip eğildi,
"Prenses. Yemek hazırmış." Dedi.

Doğruldum. Ve kafamı sallarken ayağa kalktım. Sarayın içerisine girdim. Askerler her yerde devriye geziyordu, ayrıca Linare baykuşların da üstte devriye gezdiklerini gördüm. Şaşkınlıkla bir dakika durdum. Ve kafamı yukarıya kaldırdım. Tam üstümden biri uçarak geçti. Altından beyaz kanatlarına hayranlıkla baktım.

Biri, "Prenses?" deyince kafamı indirdim.
Yürümeye devam ettik. Odama vardığımızda, kapımı muhafızlar açtı. Oldukça açtım. En son ne zaman yemek yemiştik hatırlayamıyorum. Muhtemelen öğleyin 'öyle yemeğinde'. Kapım tıklanınca oraya döndüm. Beyaz kapı ile bakışırken konuştum,
"Evet?"

Kapı açıldı ve Pirmin girdi. Her zamanki sırıtışı ile bana bakıyordu. Ve kapıyı arkasından kapattı. Ellerinin arkasında bir şey vardı. Kaşlarımı çatarak eline baktım. Eğildi, "Prenses." Dedi.
Bense hala kaşlarımı çatmış, ona bakıyordum. Doğruldu ve elindekini ortaya çıkarttı. Şaşkınlıkla baktım. Bu pembe gül ve defne yapraklarından yapılmış çiçekten bir taçtı. Yüzümü hızla buruşturdum ve homurdandım.

"İnanamıyorum! Benimkisinden daha güzel olmuş. Halbuki bütün gün uğraşmıştım." Dedim hayıflanarak. Nasıl benden daha güzel yapardı!?
Pirmin bana deliymişim gibi bakarken, "Bir şey değil!" dedi abartılı kalın bir sesle.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Keşke farklı çiçeklerde koysaydım... Gül çok iyi fikirmiş. Ama dikenleri vardı. Hem gülden taç yapılır mı? Baya zor görünüyordu. Keşke iki tür renk papatyayı karıştırmış olsaydım bari. Vizyonsuzluğum yüzüme soğuk bir su gibi çarpmıştı. Kapıya yönelirken,
"Bekle, sana daha güzelini yapacağım." Dedim kaşlarımı çatmıştım.

Kolumdan yakaladı, "Ne? Ezgi buna gerek yok. Ben... Teşekkür maiyetinde bir hediye yapmak istedim." Dedi.
Kolumu ondan kurtardım, "Evet, şimdi benim ödeşmek için daha güzelini vermem lazım. O kadar güzel olmaz ama bir tane daha yaparsam sanırım borcumu kapatabilirim." Dedim.

Bana ağzı açık bakakaldı. Sonra yüzünü buruşturdu "S-sen tuhafsın. Benimle dalga mı geçiyorsun?" dedi gri gözleri yüzümü tarıyordu. Sert bir şekilde ona bakınca devam etti. "Ezgi... hediyeler
-ödeşmen-gereken-bir-borç-değildir." Derin bir nefes verdi. "İki dakikalığına benden daha çok insan gibi davranır mısın!?"
Yüzümü astım. Boğazımı temizledim.

Elbette hediyelerin ödemem gereken borçlar olduğunu falan düşünmüyordum. Sadece ben... Sanırım düşünüyordum. Ama kendimi tuhaf hissediyordum, bir şey yapmam gerekiyormuş gibi. Pirmin yüzüme bakmaya devam edince sözlerinin farkına vardım. O yarı insandı. Vay canına bunu gerçekten unutmuştum.
"Pekala teşekkür ederim." Sonra durdum, "Bunun için sa-"
Sözümü kesti, "Lütfen bunun için bir şey yapma. Son kez söylüyorum, hediyeler ödeşmen gereken borçlar değil."
Dudaklarımı sıktım, "Peki ama ne olur ne olmaz-"

Pirmin sinirli bir nefes vererek, "Sevdiğin şeyler aşkına! Ne diyorum ben? Kuzenin ve Çiğdem de sana hediye verince böyle mi yapıyorsun ha?"
Muhtemelen buna hayır demem gerekiyordu... Gözlerimi kaçırdım. İnanamadığını belli eden bir kahkaha attı, "Gerçekten mi?" dedi.
Omuz silktim, "Nefret ederler, bu yüzden gizlice borç-yani-" boğazımı temizledim.

Gri gözlerini kocaman açmış, bana bakıyordu. "Arkamdan gizlice iyilik yapmayacaksın, değil mi?" dedi şüpheyle.
Yani anlayamıyordum. Ne var ki karşılık versem ve artı eksi listesinde bende fazladan bir şey kalmamış olsa? Bunun neresi kötüydü? Devam etti, "Peki sana sürpriz yaptıklarında nasıl... Senin sözlüğünde; Karşılık veriyorsun?"

Yeni Katil İçin Sinyal:2 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin