bölüm 1

31 6 4
                                    

"Dikkat et! Yiğit..." diye haykırdı. Bana söylediği son sözler bunlardı...

***

3 Şubat, beşinci tanışma yıl dönümümüz için yemeğe çıkmıştık. Karşıya, Bağdat caddesine, birbirimizi ilk gördüğümüz o restorana gitmiştik. Bütün gece sohbet edip gülüştük. İlk tanıştığımız gün birbirimizden ne kadar hoşlandığımızı, birbirimiz hakkında aklımızdan neler geçirdiğimizi anlattık birbirimize. Yani bunları ilk kez konuşuyor değildik fakat bu sohbet, onun çok hoşuna gidiyordu. Hele "seni ilk gördüğümde saçlarına dokunmak istedim. Keşke bu kız benim sevgilim olsa da onun saçlarına her gün kendi ellerimle şekil versem dedim," dediğimde kıkırdayışı, her seferinde aynı tonda ve tombul parmaklarını dudaklarına dayayarak hafifçe başını eğişi...

"Ben de seni ilk gördüğümde, aslında top sakalı olmasa epey çekici diye düşünmüştüm," dedi elimi kavrayıp.

"Ve iki hafta sonra Canan'ın dogum gününe kirli sakallı geldiğinde vurulmuştur resmen. Kollarına atlamak istemiştim!" Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle baktı yüzüme. Sonra elini uzatıp saçlarıma dokundu. "Bu güzel lülelerin de etkisi çoktu elbette," diye devam etti sözlerine.

O anlatırken ben gülümsüyordum. "Kadın kuaförü olduğumu öğrendiğinde de hemen saçlarından yakınıp ertesi gün kendini kollarıma olmasa da dükkanıma atmıştın."
Omuz silkti, dudağını büzdü. "Ne yapayım, kadın kuaförleri çok pahalı. Ben bu çocuğu düşürürsem, beleşe getiririm kuaför işini diye düşündüm," dedikten sonra muzipçe sırıttı.

"Ben de aynı sebepten, senin dişçi olduğunu öğrenince, dedim dişçiler çok pahalı, bu kızı düşürürsem, beleşe getiririm dişçi işini diye düşündüm," dediğimde güldü.

"Bir de tombul sevdiğinden."

Başımla onayladı. "Bir de tombul sevdiğimden."

Gülüştük. Elini kavrayıp dudaklarıma götürdüm. Elinin üstünden öptüm koklayarak. Birkaç dakika sessizce oturup birbirimize baktık.

"Kalkalım mı? Karam merak etmiştir," dedi.

"Kalkalım sevgilim."

Restorandan çıkınca otoparka kadar yürüdük. Zaten arabayı sahildeki açık otoparka bırakmıştık. Gecenin karanlığına eşlik eden hafif lodosta kısa caddeyi aşarken de el eleydik. Özge diğer eliyle kolumu kavramış, başını omzuma yaslamıştı.

Arabaya biner binmez topuklu ayakkabılarını çıkarıp arkaya fırlattı. "Kilo vermeliyim," diye hayıflandı kendi kendine.

"Topuklu giymek için mi bebeğim?"

"Hayır. Giydiğim hiçbir şey yakışmıyor ki..."

"Saçmalama," dedim yönümü ona dönüp yanağını sıvazlarken. Güzel dudaklarına bir öpücük kondurdum. "Sağlığın yerindeyse birkaç kilo fazlanın ne önemi var?" güldüm muzipçe. "Hem sana yakışıyor."

"Senin yüzünden veremiyorum zaten kilo," dedi yine sızlanarak. "Bana o rahatlığı veriyorsun. Kilolu olsam da beni seviyorsun. Hem bir kaç kilo değil, neredeyse 10 kilo fazlam var!"

"Neden sevmeyeyim ki seni? Ben senin sadece bedenini sevmiyorum ki. Ruhunu, gülüşünü, beni sevişini..." elimi kalbinin üzerine koydum. "Pamuk gibi kalbini seviyorum."

Kollarını boynuma sardı. Yanağımdan öptü. "Ben de seni seviyorum sevgilim," dedikten sonra "A bu arada..." derken arka koltuğa uzandı ve arkada duran poşetlerden birini alıp bana uzattı. "Bunu senin için almıştım," deyip poşeti bana uzattı.

"Teşekkür ederim," deyip hemencecik poşetin içindeki paketi çıkardım ve dışındaki ambajı yırtıp kutuyu açtım. Haki rengi bir fötr şapka çıktı içinden.

"Ah... sevgilim ya! Nasıl da biliyorsun ne istediğimi!"

Gülümsedi ve şapkayı elimden alıp başıma yerleştirdi. Alnıma düşen birkaç lüleyi eliyle düzeltti ve arabanın ışığını açtı. "Çok yakıştı. Gözlerinin yeşiliyle de çok güzel uydu," deyip yanağımdan öptü. Sonra kaşlarını çattı ve tek parmağını azarlar gibi kaldırdı. "Bu güzelim saçları kesmiyorsun!" sonra bir kedi gibi yumuşadı. "Değil mi aşkım? Kesme lütfen. Ben o lüleleri okşamadan nasıl yaşarım?" derken dudağını büzdü.

Kahkaha attım ve onu kendime çekip sarıldım. "Hayatın buna bağlıysa, rapunzel gibi uzatırım saçlarımı sevgilim. Sen nasıl istersen. Yeter ki yaşa, yanımda ol hep!"

"Yanındayım. Yanından ayrılmaya da hiç niyetim yok," derken o tatlı gülümsemesini takındı yeniden şımarık bir çocuk edasıyla.

"Ben senin hediyeni evde vereceğim!" dedikten sonra dudaklarına bir minik buse bıraktım.

"Hmm! Heyecanlandım bak. Hemen gidelim."

Arabayı çalıştırdım. Otoparktan çıktım. Özge o sırada teybin düğmesine dokundu ve en sevdiği radyo kanalını seçti. Radyoda çalan şarkılara eşlik ediyordu. Kendisi kabullenmese de sesi çok güzeldi. Radyodan çok onun söyleyişini dinliyordum.

Birinci köprüye bağlanmak üzere yan yola geçtiğim vakip yanımızdan hızla geçip sağa sola makas atan bir trafik canavarına içimden sövmekle meşguldüm ki hemen ardından bir tane daha canavar sağımdan makas atıp geçmeye çalıştı. Belli ki sarhoştu ve virajı alamayıp bariyere çarpınca önümdeki araba da ani fren yaptı.

"Dikkat et! Yiğit..." diye haykırdı. Bana söylediği son sözler bunlardı...

Frene bassam da önümdeki arabaya çarpacaktım. Aniden sağa kırdım, durdum. Fakat arkadan gelen araba duramadı ve sağ taraftan bize çarptı. O kadar hızlı çarptı ki; sevgilim yana doğru savruldu. Bacakları alt tarafta sıkışınca vücudu aniden savruldu ve başı oyuncak bir bez bebek gibi yana doğru devrildi. Tüm bunlar birkaç saniyede oldu!

Ben de başımı yan cama çarpıp bayılmışım. Uyandığımda kafamın sol tarafındaki ağrıyı hissediyordum. Fakat iyiydim.

Annem başımda beklemekteydi. Gözlerimi açtığımı görür görmez ağlamaya başladı. "Yavrum..." derken eğilip kollarını bedenime sardı.

"Özge..." dedim. "Özge nasıl?"

Annem o an geri çekildi. Ağlamıyordu. Afallamıştı. Çok zor bir soru mu sormuştum? Cevabı annemi zorlamıştı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kısa birkaç saniyeden sonra elini ağzına kapatıp yanımdan uzaklaştı. İşte o an devreye babam girdi.

Gözleri yeri izliyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı, Tüm bu olanlar onun suçuymuş gibi mahçupça döktü sözlerini ; "Başımız sağ olsun evladım..."

Beni Sen İnandırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin