34. BÖLÜM

2 0 0
                                    

İki gün sonra, 1 Şubat Cumartesi günü beni taburcu ettiler. Betül gelip beni aldı ve annemlere bıraktı. Annemle babamın yüzünde güller açıyordu. Ben  ise hastaneden çıktığıma dahi sevinemiyordum. İçimde büyüyen bu pişmanlık ve suçluluk duygusu beni yavaş yavaş bitiriyordu!

4 Şubat, Özge'min ikinci ölüm yıl dönümüydü. Kederim ikiye katlanmıştı. Karam yanımdayken onda teselli bulurdum. Artık Karam'ı da sonsuza dek yitirmiştim! İşe yaramaz adamın tekiydim!

Özge'nin mezarına da gidememiştim bu sene. Aslında gidebilirdim lakin annem evden çıkmama müsaade etmiyordu henüz. Tamamen iyileşmemişim, öyle diyordu. Babam da annemle aynı fikirdeydi.

10 Şubat günü hastaneye kontrole gittik annemle. Her şey normale dönmüştü. Artık günlük hayata dönebileceğimi söylemişti doktor. Böylelikle kendi evime geçtim ve işimin başına döndüm.

Halen vücudumun bazı yerlerinde inceden ağrı duysam da çalışmak iyi geliyordu, beni iyileştiriyordu. Hem fiziksel hem de mental olarak daha iyi hissediyordum dükkanda.

16 Şubat Pazar sabahı, dükkana henüz gelmiştim. Betüller gelmemişti. Kahvaltı yapmak üzere oturduğum sırada bir mesaj aldım. Mesaj Işıl'dandı.

"Konuşabilir miyiz?" yazmıştı.

Bu mesaja bakakaldım! Aylar sonra, bana tek kelimelik bir mesaj atacak yüzü nereden buluyordu?

Kendi kendime gülmeye başladım! Psikolojim ziyadesiyle alt üst olmuş vaziyetteydi zaten, bu mesaj bardağı taşıran son damlaydı! Telefonu koltuğa fırlattım, ayağa kalktım. Dükkanın içinde bir o yana bir bu yana dolanmaya başladım.

Geri yerime dönüp telefonu elime aldım ve mesajı açtım. "Hayır!" dedim sakince. "Hayır!" diye öfkeyle bağırdım telefona, sanki duyması mümkünmüş gibi! Sonra neden duymasın diye düşündüm. Arama tuşuna basıp Işıl'ı aradım. Birkaç çalışta açtı.

"Yiğit!" dedi çekingen bir ses tonuyla.

"Hayır!" dedim sakin kalmaya çalışarak. "Konuşamayız... görüşemeyiz..." öfkemi kontrol etmeye çalışsam da bu mümkün görünmüyordu.

"Sana ihtiyacım vardı! Yanımda olmana ihtiyacım vardı. Beni bırakıp gittin!" dedim sesimi yükselterek.

"Yiğit lütfen... izin ver de konuşayım," dediğinde küplere bindim.

"Sen benim konuşmama izin vermiş miydin? Kafanda kurduğun saçma sapan düşüncelere inanıp beni itham ettin. Bana ağıza alınmayacak kelamlarda bulundun!" Öyle öfkeliydim ki sesim dükkanın dışına çıkıyor olmalıydı! "Beni terk ettin, hiçbir sebep yokken beni terk ettin!" Öfkem bir nebze azalmıştı. "İnsan değer verdiği birine bunu yapmaz!"

Ağlıyordu! Ağlama sesi kulağıma çalındığında kalbim acıdı, gerçekten üzgün olduğuna inanmak istedim. Fakat hıçkırıkları kalbimi yaralasa da gardımı düşürmeye niyetim yoktu!

"Yapamam!" dedim. "Yapamayacağım."

Telefonu kapadıktan sonra yere fırlattım. Bunu neden yaptığımı hiç bilmiyorum. Böyle biri değildim! Bu kadar öfkelenen, böyle tepkiler veren biri asla olmamıştım. Fakat kalbimin kırgınlığı bana bunları yaptırıyordu! Öylesine üzgün, kırgın ve umutsuzdum ki son günlerde, Işıl'ın mesajı üzerine tuz biber olmuştu. Koltuğa oturup ağladım, ağladım...

Betül gelip beni o halde görünce sorgusuz sualsiz yanıma oturdu ve beni sardı. Dostumun kucaklaması ilaç gibi geldi o an. Göz yaşlarım bir süre daha aktıktan sonra dindi.

Betül yanaklarımdaki son damlaları eliyle kuruladı. "Ne oldu sana kuzum böyle? Nedir bu halin Yiğit?"

"Işıl ile konuştum," dedim sakince. "Bana konuşmak istediğini belirten bir mesaj attı ben de onu aradım. Ağzıma geleni saydım."

Beni Sen İnandırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin