En son Açelya konuşmuştu ve aradan birkaç saat geçmişti bile. Gökteki yıldızları şimdiden özlemiştim. Hem de çok...
Bir sorgulama transına girmiştim muhtemelen. Çünkü sürekli neden burada olduğumuzu kendime sorup duruyordum. Cevapsa, yok... Açelya yine konuştu, irkildim. "Ya buradan hiç çıkamazsak, ya bir daha ailemi göremezsem. Seni bilmem ama ben aileme çok bağlıyımdır." Cevap vermedim. Nede olsa anlamsızdı muhtemelen buradan çıkamayacaktık. Boş hayaller satmanın anlamı yoktu. Anlamsız şekilde gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Kendimi tutamıyordum.
Birden gözümde yaşlarla Açelya'ya döndüm. Ağlamama şaşırmıştı. "Ya buradan kaçacağız yada öleceğiz." diye fısıldadım. Açelya dediklerimi dikkate almayarak söylenmeye başladı "Yıldızları özledim, ailemi özledim, odama kapanıp ağladığım günleri özledim, Atlas'ı özledim!" Gözlerimdeki mutsuzluk şaşkınlığa dönüyordu. Açelya ve Atlas çıkıyor muydular? Derin bir iç çektim, sonuçta bu beni alakadar etmezdi. Açelya'ya şaşkınlığımı belirtecek halim kalmamıştı. Bize verilen aciz ve ısıtmayan battaniyeyi üzerime örtüp uyumaya çalıştım.
4 saat sonra
Uykusuzluktan sızmıştım, tabi bu sızışmışlıkta Açelya'nın ağlama seslerini duymaya başlayıncaya kadardı. Yanı başımda "Atlas" diye sayıklayarak ağlıyordu. Bir klasik olarak battaniyesine sarılmış, sanki aşırı çikolata ihtiyacı duyuyormuş gibi durmuş ağlıyordu. Sorular sormanın anlamı yoktu. Susup uyumaya çalışmak daha iyi bir seçenek olurdu.
Yaklaşık 30 dakika uyumaya çalıştım ama şu şımarık yüzünden yapamıyordum! Ölecek miyiz kalacak mıyız belli değildi ve sümüklü hanımefendi hala imkansız aşkının peşindeydi. Belki biraz olsun susup uyumayı denese her şey geçecekti ama yapmıyordu. Birden bana dönüp "Benim lavaboya gitmem gerekiyor Kamelya." dedi. Ne yapabilirdim ki! 17 yaşındaki bir prensesi tuvalete benim götürecek halim yoktu ya!
Ben bunları düşünmekle ve Açelya ağlamakla meşgulken mermer zemine çarpan keskin topuklu sesleri duymaya başladık. Yada ben delirmek üzereydim. Açelya iki saniye olsun ağlamayı kesti ve bana "Sende duyuyor musun?" diye sordu. Kafamı evet anlamında salladım, ya hayatımızın akşını değişecekti. Yada birileri önemsiz fikirlerini acımasız şekilde dile getirecekti.
Ben bunları düşünürken sesler yaklaşmaya başlamıştı. Sorgulamanın hiç bir anlamı yoktu. Ya ölecektik, ya kaçacaktık yada bu lanet yerden kurtarılacaktık.
Minatozaki tam önümüzde durdu. Konuşmaya başladı "Ölmeyi diliyor musunuz? Shinju sizin için kendini feda etti, mutlu musunuz?" Ne olmuştu ki Shinju'ya? Bu sözlerin yalan olduğu çok belliydi. Minatozaki güçlü bir kadındı, ancak şu an beden dili olduğundan çok daha değişik ve güçsüz davranıyordu. Yorgun ve neredeyse hareket ettiremediği kolları, beyazlaşmış siması, olduğundan çok daha çarpık bacakları ve boş bakan gözleri onun yalan söylediğini bizlere kanıtlar nitelikteydi. Sürekli boynunu sıvazlıyordu.
Hem Shinju çok kudretli bir krallığın prensesiydi. Ona bir şey olması Minatozaki'nin değil dünyanın sonu olurdu. Shinju'nun ailesi ona çok düşkündüler ve ellerinde nükleer silahı olan nadir krallıklardandı. Kızlarına bir şey olması demek nükleer silahları dereye sokmaları demekti. Öyle ki Shinju şu ana kadar hiç fiziksel bir zarar görmemişti. Hiçbir komploya uğramamıştı. En sorunsuz prensesti Shinju...
Minatozaki'ye "Buradan çıkmak istiyorum! Çabuk çıkar bizi yoksa sonun kötü olur!" diye bağırdım ancak sırıtmakla yetindi. "Getirdiğiniz mühürlü kağıda bakmadın mı? Ah doğru ya! Onu açmanız yasaktı." cebinden bir kağıt çıkardı, bu benim mühür ve izin kağıdımdı. Mühürü açtı ve okumaya başladı "Varisler kesinlikle okulda dönen olaylara karışamaz, saraya dönmeyi talep edemez ve lordlara tehtitkar sözler kullanamaz."
Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Evet ailem bu okul teklifinin iyi bir teklif olduğunu düşünmüşlerdi. Edis ölmeden önce bende öyle düşünüyordum. Ama bu düşüncemiz ters tepmişti. Şuan bir soyluya yapılabilecek en kötü şeylerden biri ile karşı karşıyaydım.
Minatozaki sırtını dönmüş, yüzüne sinsi bir gülümseme takmış buradan uzaklaşmaya başlamıştı. O gittikten hemen sonrasında çelimsiz bir hizmetçi geldi ve fısıldayarak konuşmaya başladı "Merak etmeyin, Minatozaki sizin ailelerinizden korkuyor. Sizi öldüremeyeceği için buraya kapattı. Birkaç güne çıkarır. Siz korkmayın, dışarıda olan olayları oldukça takmamaya çalışın. Kişisel sorunlarınıza değil ana sıkıntılarınıza kafa yorun. Size akşamüstü yemek ve su getireceğim..." dedi ve koşar adımlarla uzaklaştı.
Bir kahkaha attım ve "Birkaç günmüş!" diye bağırdım. Bu okula bir şeyler öğrenmeye gelmiştim. Neyi öğreniyordum ben? Farelerle nasıl anlaşmam gerektiğini mi?
Açelya'ya döndüm. Battaniyeye sarılmış, ağlamadan düşüncelere dalmıştı. "Gökteki yıldızları özledim Açelya, temiz havayı özledim, ailemi özledim, saraydan ayrılmadan önce vedalaşamadığım babamı özledim." Açelya bana döndü, şişmiş gözlerinden yeninden yaşlar süzülmeye başlamıştı. "Yıldızları saymayı özledim Kamelya..." cümlesini devam ettiremeyecek kadar bitkindi.
BU BÖLÜMÜ KISA KESİYORUM CANLARIM, KONU BİRAZ TIKANDI VE BU NEDENLE BÖLÜM GECİKTİ HEPİNİZDEN ÖZÜR DİLİYORUM...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordlar ve Varisler
AdventurePrens ve prensesler için kurulan okulun acımasız lordları tehlikeli bir oyun kurar. Bu oyunun kazananları bir prens ve bir prensesten fazlası olmayacaktır. Peki ya bu şanslılar kimdir?