En sonunda çaresizce masadan kalktım, inanılmaz şekilde acıkmıştım. Hemen üzerime bir hırka alıp dairemden çıktım. Etraf çok sessizdi, hırkama iyice sarılıp, merdivenlerin hemen yanındaki asansörü çağırmıştım. Cidden etraf Atlas'ın da bulunduğu bir kata göre aşırı sessizdi, belki de Atlas yaptıklarından pişman olmuş ve düşüncelere dalmıştı, belki odasında bir köşeye çekilmiş ağlıyordu, belki yaptıklarından zerre pişmanlık duymuyor ve mışıl mışıl uyuyordu, belki rüyasında Yağız'ı tekrar öldürüyordu...
Asansörün kata geliş sesini duyduğumda irkildim ve sakince asansöre binip katı tuşladım, asansör en yukarı kata geldiğinde hiçbir ışık yanmıyordu ama odayı saran duman kokusu adamı bayıltacak kadar kötüydü.
Işıkların anahtarına yöneldim, bir an için bundan vaz geçtim, ağlayanların göz yaşlarını gizleyendi o, balkonda çaresizce oturanları komşulara göstermeyendi, kısacası karanlık zaten karanlıktı, ışıklarla aydınlatmanın bir anlamı yoktu. Hızlı adımlarla her zaman oturduğum masaya oturdum, yüzüme üflenen sigara dumanıyla boğulacak gibi olmuştum.
Ege'ydi bu! Nedensizce heyecanlanmıştım, nedensizce yüzünü görmek istiyordum. Hemen ayağa kalktım ve ışıkları açtım, koca yemekhane aydınlanmış, Ege'nin uykusuz olduğu anlaşılan siması görünür hale gelmişti. Koşar adımlarla masaya geri oturdum,
"Ege, uyumadın mı?"
"Hayır," dedi ve sigara dumanını dışarı verdi,
"Uyuyamadım desem yalan olur çünkü uykuluyum ama... Bilmiyorum yapamıyorum işte."
"Acıktım," dedim sadece,
"Ben de" diye cevap verdi Ege,
"Pankek sever misin?" diye sordum,
"Kesinlikle" diye cevap verdi,
Ayağa kalktım, ve hemen ötemdeki açık mutfağa yöneldim. Bizlerin yediği yemekler bu mutfakta yapılırdı. Eşyaları ve yiyecekleri karıştırmaya başladım, derken hazır bir paket pankek harcı buldum, bunu bile satın almışlardı! Bu kadar basit bir şeyi bile! Hafifçe sırıtarak paketin talimatlar kısmını okumaya başladım.
Harcı bir su bardağı sütle karıştırmamız yetiyordu, hemen paketi açtım ve bir kaba boşalttım. 1 su bardağı süt ekledikten sonra tavaya hafifçe bir yağ sürdüm ve ocağa aldım. Bu sırada Ege sigarasını küllüğe sertçe bastırarak söndürdü, her taraf sigaranın sanki sönmeden önceki verdiği son nefes gibi yayılan dumanla örtündü. Öyle ki bir süre nefes bile alamadım.
Ege sakince oturduğu sandalyeden kalktı ve açık mutfağa yöneldi,
"Yardım ister misiniz prenses hanım?"
Kalbim küt küt atmaya başladı, tam tavaya harcın bir kısmını dökecekken yere döktüm,
"Off bir işi bile beceremedim!"
"Kendine haksızlık ediyorsun, ben de ara sıra bir şeyleri yere döküyorum, ama hep-" sözünü kestim,
"Aması yok Ege, sen bunları yapıyor ve bunları yaşıyor olabilirsin ama ben beceriksizin tekiyim!"
Sadece eliyle ağzıma 'sus' işareti yaptı ve sessizce "Şşşşşt öyle konuşma bakayım" deyip sırıttı.
Kalbim küt küt atmaya devam etti, eminim ki Ege'nin duyabileceği kadar hızlı atıyordu, içimden "Ah Tanrım! Umarım Ege kalbimin atışını duymuyordur!" diye dualar ediyordum.
Ocaktaki tavaya bir yemek kaşığı kadar pankek harcı döktüm ve pişmesini beklemeye başladım, 1-2 dakika ellerim belimde, saçlarımı yaptığım dağınık ve sallanan topuzla bekledim. Sahi ne yapıyordum ben? Gelmeyi gözü kapalı kabul ettiğim okulda sanki bir bir ölmüyormuş gibi yine bu okulda tanıştığım bir prensle sabahlara kadar sohbet ediyor ve sırf acıktığımız için ikimize pankek yapıyordum... Normal hayatta asla yapmayacağım şeylere burada neden razı oluyordum ki? Belki de açlık başıma vurmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordlar ve Varisler
AventurePrens ve prensesler için kurulan okulun acımasız lordları tehlikeli bir oyun kurar. Bu oyunun kazananları bir prens ve bir prensesten fazlası olmayacaktır. Peki ya bu şanslılar kimdir?