Prens ve prensesler için kurulan okulun acımasız lordları tehlikeli bir oyun kurar. Bu oyunun kazananları bir prens ve bir prensesten fazlası olmayacaktır. Peki ya bu şanslılar kimdir?
Kibarca anneme isteksiz bir teşekkür edip odama doğru yürüdüm. Her doğum günüm buydu zaten. Soğuk ve kasvetli sarayda odama doğru yürürken aklıma eski neşem ve başka çocukların hayatları gelmişti.
Hep böyle olurdu, o çocuklar bana, bense onlara özenirdim. O çocuklar sarayı sadece şan ve şöhret sanırlardı. Hep onları sarayda yaşamanın bunlardan ibaret olmadığını anlatmaya çalışırdım, anlamazlardı. Sarayda yaşamanın bir sorumluluk gerektirdiğini anlatamazdım onlara. Hep bana bu konuda çıkışırlardı. Bu nedenlerle bu yaşıma kadar kimseye içimi dökememiştim. Hep yaşamımın şöhretten ibaret olduğunu düşünür, beni anlayamazlardı.
Utana sıkıla odama vardığımda özel hocam beni bekliyordu, doğru ya tonlarca dersin günlük tekrarını yapmam gerekiyordu. Bu konuda başarısız olduğumu da söyleyemezdim ancak çok bunaltıyordu beni. Saate baktım. Kahretsin ki saat daha 07:30'du ve saat 11'de sarayın saygı töreni düzenlenecekti ve benim o zamana kadar çalışmam gerekecekti, öyle ki giyeceklerimi bile son anda seçecek, asla istediğim gibi olamayacaktım. Kuzenlerim mükemmel olmuşken ben iğrenç görünecektim.
Öğretmenime bu gün çalışmak istemediğimi söyledim. Anlayışla karşılamasını beklerken bana benden hiçbir şey olmayacağını söyledi. Derhal odamdan çıkmasını emrettiğimde mecburen çıkmıştı. Ancak bu affedilebilir bir hata değildi. İşinden olacaktı. Ancak bunlardan önce masama bıraktığı ve tam olarak 120 sayfa tutan ödeve bir göz attım. Umursamadan kütüphaneme geçtim ve daktilomu alıp yarım kalan romanımı yazmaya başladım.
Sinirliydim. Ancak kimseye değil, hayata sinirliydim. Neden bana böyle eziyet ediyordu? Hiç mutlu olamayacak mıydım? Sanıyorum ki bunları düşünmek bende bir travma olmuştu. Psikologlarla konuşsam belki geçerdi ancak saraydı burası, içinde binlerce insanın çalıştığı sarayda bir tane bile psikolog yoktu. Ne acı ki olsa bile onunla konuşamazdım. Her şeyi aileme anlatırdı. Bunların dedikodu olarak saraydan çıkması da cabası tabii.
Aslında çok şey istememiştim hiç hayattan. Sakin bir ev, iyi bir aile ve belki bir kardeş. Çok muydu bana? Hiç mutlu olamayacak mıydım? Hiç böyle bir huzura varamayacak mıydım?
Bunları düşünürken romanımın 35. bölümünü de bitirmiş, daktilomu kenara kaldırmıştım. Sarayda benim dışımda herkes internete erişim sağlayabiliyordu ancak ailem benim bağımlı olmamdan korktukları için bana hiç internet kullandırmadılar. Açıkçası orada ne var bilmiyorum ama küçükken arkadaşlarım Tiktok denen bir uygulamadan bahsederlerdi. Hiç anlamazdım neyden bahsedildiğini. Hiçte merak etmedim ne yalan söyleyeyim. Gerçek hayatta güzeldi ve gerçekten de ailemin dediği gibi bütün arkadaşlarım bağımlıydı öyle uygulamalara. Sırf bu yüzden merak etmezdim.
Düşünmeye devam etmek yerine elime bir kitap aldım ve okumaya başladım. Daha çok yeni yazarların kitaplarını okurum ben. Çok klasik okumadım ve açıkçası sevmemde, dili çok karışık gelir bana. Elime aldığım rasgele kitaba baktığımda adının "Yere Yakın Yıldızlara Uzak" olduğunugördüm. Tek oturuşluk bir kitaba benziyordu. Okumaya başladım. Kitabı okuyarak geçirdiğim bir saatin sonunda kitap bitmişti. Sevmiştim ancak hikaye biraz üzücüydü.
Kitabı bir kenara bıraktığımda bende bu sarayda mahsur muyum? diye düşündüm. Sanırım evet, mahsurdum ancak beni kurtarmak için kimse uğraşmıyordu. Herkes beni mutlu sanıyordu. Normal bir insan olduğumu ve benimde psikolojimin bozulabileceğini anlayamıyorlardı.
Saate baktığımda 10:38 olduğunu fark ettim. Hemen giysi odama koşup giyecek bir şeyler aramaya başladım, bulmam 2 dakikamı bile almamıştı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.