Konuşmamız bittikten sonra Seyran'lara eve geçeceğimizi söyleyip Orhan'ın arabasıyla eve doğru yola çıktık. Tedirginliğimi hâla daha üstümden atmadığımdan sürekli bacağımı sallıyordum. Çünkü kafamdaki düşünceler sakin kalmama hiç yardımcı olmuyordu.
Çok dolmuştum. İfakat'in yaptıkları, babamın üzerimizdeki bitmek bilmeyen baskısı, şimdi de Nükhet'in hayatımıza tekrar girmesi. Sanki hepsi planlıymış gibi üst üste gelmişti.
Ben yolu izlerken Orhan telefon konuşmasını bitirmişti. Salladığım bacağıma elini koyup beni yine telkin etmeye çalıştı.
Orhan: Gülgün, artık sakin ol. Eğer korkuna yenik düşersen mantıklı düşünemezsin. Birlikte her şeyin üstünden geleceğiz.
Bunca olayın bende yarattığı korku ve tedirginlikle ağlamaya başladım. Kendimi durduramıyordum. Bu olanlar beni daha önce hiç olmadığı kadar etkilemişti.
Gülgün: Nasıl sakin olayım Orhan. Görmüyor musun? Evimizin huzuru kalmadı. Sürekli "Acaba bugünü hangi sorunumuzla kapatacağız?" diye düşünmekten yoruldum. Eskisi gibi değilim. Her şeyi içime atıp da susup oturamıyorum. Eskiden ne olursa olsun yine de gülümsemeyi başarırdım. Ama artık olmuyor. Yapamıyorum.
Ben ağlamaya devam ederken Orhan, beni kendine çevirdi. Elleriyle yüzümü kavradı ve gözyaşlarımı silmeye başladı.
Orhan: İyi değilsin, farkındayım. Ama sana başta söylemiştim hatırlıyor musun? "Bu eve gelin olarak geliyorsun ama ne kadar üzülsen de kırılsan da her zaman gülmeyi öğrenmek zorundasın." demiştim. Seni çok kırdım, üzdüm. Çok üzdüm. Biliyorum ama bundan sonra geçmişi düşünmek zorunda kalmayacaksın. Söz veriyorum. Hadi artık ağlama.
Orhan'ın bu sözlerine inanmayı çok isterdim. Ama ben ona inanmayı ve güvenmeyi bırakalı çok olmuştu. Elini tuttum. Yüzüne şefkatle baktım. Bana sanki daha söyleyeceği bir şeyler varmış da dili varamadığından söyleyemiyormuş gibi bakıyordu. Belki de sarf edemediği sözleri gözleriyle anlatmaya çalışıyordu.
Gülgün: Benim içimde kırıp döktüklerini toplamana ikimizin de ömrü yetmez Orhan. Evet beni çok kırdın. Ama ben bununla yaşamayı öğrendim. Sana Antep'te de söylemiştim. O yalı bana bunu çok iyi öğretti.
Elimi elinden çekip önüme döndüm. Orhan'ın hâla bana baktığını fark ediyordum. Ama kafamı ona çevirip yüzündeki ifadeyi görmek istemedim.
Eve geldiğimizde kapımı Abidin açmıştı. Demek ki Ferit de evdeydi. İşten çıkmasına neredeyse iki buçuk saat vardı. Bu saatte şirketten neden dönmüştü acaba? Bunu ona sormam gerektiğini aklımın bir köşesine not edip eve girdim.
Odama çıktığımda makyajımı silmek için hemen banyoya girdim. Yüzümü yıkarken hâla daha aklımdaki sorulara yanıt bulmaya çalışıyordum. Bunu yapmamın bana pek de yardımcı olmadığına kanaat getirdiğimde çoktan makyajımı çıkarmış ve giyinme odasına girmiştim. Kendime salaş bir gömlek ve kot pantolon ayarladım. Üstümdekileri çıkarırken odaya Orhan girdi. Sanırım bir şeyini almaya gelmişti.
Orhan: Gülgün, cüzdanımı gördün mü? Sabah aceleden evde bırakmıştım.
Gülgün: Görmedim. Ama bakarız şimdi. Üstümü değiştirip geliyorum.
Dedikten sonra üstümü hızlıca değiştirip Orhan'ın yanına gittim ve cüzdanını aramaya başladık. O sırada kapı çaldı.
Orhan'ın "gel" dediğini duymamla otomatik olarak başım kapıya çevrildi. Gelen İfakat'ti. Ve elinde bir şey tutuyordu. Görüş alanına benim girmemle belli etmese de şaşırdığını hissettim. Bu tavrı çok garip gelmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Seslenişim
FanfictionBu sana son seslenişim, Bunca yıl beklemişim, Bundandır vazgeçişim..