Bölüm 20 'Telefon'

14 5 0
                                    

19.07.2023/Çarşamba/

Bugün hava çok güzeldi. Belki de hayat, bir kız çocuğunun doğum günü diye bir günlüğüne güzel olmaya karar vermişti. Bir çiçek tomurcuklanmış, bir deniz dalgalanmış, bir yaprak uçmuş ağaçtan, yoldan geçen bir kadının saçına düşüvermiş, kanatlanmış onlarca kuş, dünya bir kez daha dönmüş bu kız çocuğu için.

Evden çıkmadan önce duvardaki saate baktım, 16.00. Merdivenleri hızlı hızlı inip arabaya bindim ve kemerimi taktım. Ablamın evine gitmeden önce küçük bir çiçekçiye uğrayıp iki buket çiçek aldım. Bir sarı, bir de pembe lale buketi. Tekrar arabaya binip Pars'ın evine geldim. Arabayı park edip Pars'ı aradım.

"Aşağıdayım çabuk gel hayatım." dedim Derin'i taklit ederek.

"İki dakikaya oradayım." deyip telefonu yüzüme kapattı. Tabii ki asla iki dakikada gelmedi en az on beş dakika onu aşağıda bekledim.

"Geldiiiim!" diyerek arabanın kapısını açtı ve arabaya binerken kafasını çarptı. O kadar çok güldüm ki mideme kramplar girdi. Ben her ne kadar kriz geçirerek gülsem de Pars'ın yüzünde mimik oynamamıştı. Sonunda arabayı çalıştırıp hareket ettiğimizde Pars, elindeki poşeti arka koltuğa koymak için döndüğünde inanılmaz tiz bir ses çıkardı.

"Yaaaa! Bu çiçekler benim için mi Çağrı? Hiç gerek yoktu darling." Samimiyetsiz bir şekilde güldüm.

"Ha ha ha, tabii ki sana değil." dedim gülümseyerek. Gözlerini devirip anında konuyu değiştirdi.

"Ne aldın Derin'e? Gerçi en çok benim hediyemi beğenecek ama neyse."

"Seni ne ilgilendirir? O, yeğenimle benim aramda." dedim gözümü yoldan ayırmadan.

"Aman, ben de çok merak ediyordum 'Çağrı ne aldı acaba?' diye." dedi kollarının göğsünün üzerinde birleştirerek.

"Niye sordun o zaman?" dedim arabayı park ederken. Bana cevap vermeden kemerini çözüp arabadan indi. Anahtarı çıkardıktan sonra indim ve arka koltuktan Derin'in hediye paketini, buketleri alıp arabayı kilitledim.

Zili çalıp kapının açılmasını bekledik. Kapıyı ablam ve Derin açtı.

"Hoş geldiniz." dedi ikisi aynı anda. "Hoş bulduk." diyerek içeri girdik. Derin; pembe, prensesli bir elbise giymiş. Saçlarını, annesine iki yandan bağlatmıştı. Elimdeki pembe lale buketini ablama uzattım.

"Teşekkür ederim canım." diyerek bana sarıldı. "Rica ederim." Ablamdan ayrıldıktan sonra salona girdim. Pars, çoktan salona girmiş annemlerle selamlaşmıştı. Sarı lale buketini de anneme verip sıkı sıkı sarıldım.

"Sağ ol yavrum." dedi annem. Babamla da tokalaştıktan sonra Derin'i kucağıma alıp yanaklarından öptüm.

"Dayı, beni indirir misin? Elbisem bozulacak." diyerek bacaklarını salladı. Gülerek kucağımdan indirdim. Kendi etrafında dönüp sordu;

"Nasıl olmuşum dayı?"

"Prenses gibi olmuşsun dayıcığım." Elbisesinin iki yanında tutup, "Teşekkür ederim." dedi ve koşarak Pars'ın yanına gitti. Ablam, mutfaktan bana seslenince yanına gittim.

"Efendim abla."

"Hadi, pastanın mumlarını yak da götür. Sen götürürsen daha çok mutlu olur." Cebimden çıkardığım çakmakla pastanın üzerindeki üç mumu yaktım. Çakmağı tekrar cebime koyup pastayı aldım ve salona götürdüm. Herkes, hep bir ağızdan doğum günü şarkısını söylüyordu.

"İyi ki doğdun Derin, iyi ki doğdun Derin, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana!"

Derin, muma üfleyip kocaman bir kahkaha attı ve herkes onun beş yaşına girmesini alkışladı. Ablam, pastayı tekrar mutfağa götürmeye gittiğinde herkes Derin'e hediyelerini veriyordu. Derin, hepsini tek tek açıp herkese teşekkür ediyordu. Sıra bendeydi. Hediye paketini ona uzattım, açmadan önce bana sarılıp, yanağımdan öptü. Sonra özenle açtı paketi.

"Dayı, bu ne? Ay! Çok güzel." Müzik kutusunun yanındaki anahtarı gösterdim. "Bak prenses, burayı böyle çeviriyorsun." Nasıl kullanacağını öğrettiğimde daha da beğendi.

"Çok teşekkür ederim dayı." Sadece benim duyacağımı sanarak kısık sesle "Bugün aldığım en güzel hediye." dedi ama sadece ben değil salondaki herkes duymuştu. Gözüm birkaç saniyeliğine Pars'a kaydı. Hayatının en büyük şokunu yaşamış gibi bakıyordu.

Derin paketin içindeki not kâğıdını çıkardı. "Ama ben okumayı bilmiyorum ki." dedi çaresizce.

"Derin, bunu on sekiz yaşına geldiğinde okumanı istiyorum. Tamam mı?" Başını sallayıp, elindeki kâğıdı annesine, ablama, uzattı.

"Bana hatırlat anne, olur mu?" Ablam başını salladı.

&

Günün geri kalanı pasta yiyip Derin'in bebekleriyle oynayarak geçmişti ama Pars'ın uçağına yetişmek için çıkmak zorunda kalmıştık. Onu havaalanına bırakıp eve geçecektim. Pars'ın uçağının kalkmasına on beş dakika vardı.

"Hadi, kardeşim dikkat et." diyerek tokalaştım onunla. "Çok değil, üç güne buradayım. Şu adama gününü göstereyim. Var mıymış, yok muymuş görelim."

"Aman Pars, sakin ol. Fazla hırslanma." diye uyardım onu. "O kim, Pars Akın'ı kandırmak kim ha?!" dediği için muhtemelen benim uyarılarımı duymamıştı.

"Dikkat et kendine." dedim bir kez daha.

"Sen de dikkat et kardeşim." Valizini alıp uçağa doğru gitmeden hemen önce işaret ve orta parmağını anlına götürüp beni selamladıktan sonra uçağa bindi. Derin bir iç çekip havaalanından çıktım ve arabaya doğru yürümeye başladım.

Eylem'in Anlatımıyla

19.07.2023/Çarşamba/

Emre, günlerdir eve gelmiyor. Çok da önemsediğim söylenemez gerçi ama babama Emre'nin günlerdir eve gelmediğini söylediğimde 'İşi vardır kızım.' diye geçiştirmesi canımı yakıyor. Çünkü Çağrı'nın işten eve gelirken birkaç saat geç kaldığını öğrendiğinde 'Erkek adam evinden uzakta uzun süre durmaz.' gibi saçma sapan şeyler söyleyip dururdu.

İnternette dolaşıp duran 'Eylem Ulu, eşinden şiddet mi görüyor?' haberlerini ne kadar yalanlasam da kısmen doğruydu. Emre'yle röportaj yapmaya gitmende birkaç gün önce şiddetli bir kavga etmiştik.

Ona, bana yardım etmesini söylediğim için gurur yapmış, eşine yardım etmeyi erkekliğine yedirememiş bağırarak beni ittirmişti. Ben de dengemi sağlayamamış dolaba çarpmıştım. O yüzden kolum morarmıştı. Bir de beni ittirdiği yetmiyormuş gibi omuzlarımdan tutup beni sarsınca dayanamayıp karın boşluğuna vurmuştum. Bu sefer de karısına sözü geçmediği için sinirlendi ve çekip gitti. Cehennemin dibine kadar yolu var.

Kendimi öyle yalnız hissediyorum ki o holdinge gittiğimden beri, öyle paramparça, öyle mutsuz...

Çektirdiğim acının belki on, belki bin katını yaşıyorum. Nefes alıyor olmam bile vicdan azabı çekmem için geçerli bir sebepken, canımın yanmaması mümkün değil. Çok yoruldum ağlamaktan, çok yoruldum onu özlemekten, çok yoruldum mutluluğu hayal etmekten. Fazla yıprandım düşünmekten, çığlık atarak ağlamaktan. Kimse beni duymaz, anlamazken odamda kendi kendimle tartışmak beni çok yaraladı. Akıl sağlımı korumaya çalışmak çok zorladı beni. Her bir nefes ciğerlerimi iğnelerken, başarının peşinde koşup nefes nefese kalmak soluğumu kesti.

Kendimi birden bire Çağrı'nın numarasını tuşlarken buldum. Yavaş yavaş girdim numarayı. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Aldığım nefesi geri verirken gözlerimi açtım ve düşünmem için bir saniye bile vermedim kendime. Aradım, Çağrı'yı aradım.

GÜZEŞTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin