Bölüm 12 "Müebbet"

14 6 44
                                    

Eylem'in Anlatımıyla

Sabah uyandığımda, çoğu zaman olduğu gibi kahvaltı yapmamıştım. İlk zamanlar birinin beni arayıp kahvaltı yapıp yapmadığımı sormasını bekliyordum. Aslında bu biri değildi Çağrı'ydı.

Elimdeki kahve kupasını sehpaya bırakıp telefonumu aldım. Karanlık ekrandaki yansımamla göz göze geldim. Perçemlerim uzamış diğer, uzun, saçlarımın arasında karışmıştı. Bir daha kestirmeyecektim. Çünkü o, perçemlerin bana çok yakıştığını söylemişti. Bundan sonra böyle, uzun kalacaktı.

Telefonuma, takip ettiğim bir blog sayfasının bildirimi düşmüştü.

Sevmek ya da sevilmek işte bütün mesele bu.

Yazının başlığı buydu. Oldukça dikkatimi çektiği için tıklayıp okumaya başladım.

Tam şu an saate bakın. Saat kaç? Belki on, belki iki, belki altı buçuk, bilemiyorum. Peki bir dakika sonra ne olacağını biliyor muyuz? Ölecek miyiz, kalacak mıyız? Sabaha çıkacak mıyız, geceye ulaşabilecek miyiz? Bir saniye sonra bile ne olacağını bilemeyecek kadar aciz olmamıza rağmen hâlâ kalp kırmaya devam ediyoruz. Kırdığınız kalp kolay oluşmuyor, hafif yükler taşımıyor. Sizin kalbiniz de öyle. Hayatın ne denli kısa olduğunu biliyoruz, peki neden birileriyle küsken başımızı yastığa koyup uyuyoruz? Küs kalmayın ama aranıza mesafe koyun. Kırıcı bir cümle söyleyecekseniz, hiçbir şey söylemeyin. Giderken bir çöp parçası dahi götürmeyecekseniz, gitmeyin. Sulamayacaksanız o çiçeği, koklamayın. Seni seviyorum diyemiyorsanız, sarılmayın. Fakat vakit varken sevdiğinize, onu sevdiğinizi söyleyin. Şu dakika, şu saniye yaşıyorsanız sevmek için vaktiniz var demektir. Bir kuş da sevilir, bir kitapta. Bir ev de sevilir, bir söz de. Sevmemek için bahanemiz yok. Bazen 'Seni seviyorum.' diyemez insan ama 'Sıkı giyin, üşütürsün.' der. 'Bugün çok güzel olmuşsun.' der. 'Eline sağlık.' der. 'İyi geceler.' der. İşte gördünüz mü? Sevmek ya da sevilmek işte bütün mesele bu.

Peki benim de, Çağrı'ya onu sevdiğimi söylemeye hakkım var mıydı? Sanmıyorum. Artık ağlayamıyordum da. Konuşacak kimsem de yok. Hatta öyle bir durumdayım ki seni seviyorum diyecek, sarılacak kimsem yok. Hâlbuki Çağrı burada olsaydı her şeye sahip olurdum. Babam ve annemle o günden beri konuşmuyorum. Bilge'yle de yollarımızı üç gün önce ayırdık.

Beni çok teselli etti. Çağrı'ya geri dönmemi söyledi ama hepsi kendi çıkarları içinmiş. Pars'la benim sayemde görüşüyordu. Biz Çağrı ile boşanınca dolayısıyla Pars'la da görüşmemeye başladım. Bilge de sırf Pars'la görüşebilmek için benim Çağrı'yla barışmamı istedi. Bunu bana fark ettirmeden yapmaya çalışıyordu ama bir keresinde 'Lütfen Eylem, bizim için geri dön Çağrı'ya.' diyerek ağzından kaçırmıştı. O an, yeterince vicdan azabı çekmiyormuşum gibi bir de sırtımdan bıçaklandığımı hissettim. Oysa onu kardeşim gibi görüp her şeyimi anlatmıştım. Hatta babamın beni tehdit ettiğini de biliyordu ama Pars'a karşı olan hisleri için benim yaşadıklarımı, gururumu yok saymıştı. Şunu fark ettim ki;

Benim ne aşk hayatım, ne dostluğum, ne ailem, ne evim hiçbir şeyim yok. Meğerse Çağrı bana eş, dost, aile, ev oluyormuş. O benim her şeyimmiş de anlamamışım. Kalplerimizin arasındaki kelepçeyi açmışlardı ama kelepçenin kesikleri canımı yakıyor gidemiyorum. Kendimi özgür bıraktım, özgürlük müebbedim oldu.

Çağrı'nın Anlatımıyla

Ablam, sabah Derin'i almıştı. Bir şeyler atıştırıp saat 13.00 gibi tekrar yatmıştım. Yoksa bu baş ağrısıyla asla başa çıkamazdım. Pars, benim evimde miydi onu bile bilmiyordum. Tek bildiğim şey salondaki 'L' koltukta on saattir uyuduğumdu. Ayağa kalkıp yüzümü yıkamak için banyoya giderken yatak odamdan gelen sesleri duydum. Odaya girdiğimde Pars, yatağıma oturmuş şarkı dinliyordu.

GÜZEŞTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin