Bölüm 10 "Ortak Anılar"

11 6 6
                                    

Çağrı'nın Anlatımıyla

   Sabah mı olmuştu? Evet, hava kararıp tekrar aydınlanmıştı. Sanırım bu günün değiştiğini söylüyordu. Bir sonraki güne geçmek, bu sadece basit bir zaman oyunuydu. Neden mi? Çünkü ne benim duygularım değişti, ne de başka bir şey. Bakın her şey hâlâ aynı, hâlâ aynı koltukta oturuyorum. Peki, ben de günün değişmesi gibi kolayca değişebilecek miyim? Bunun için; tıpkı gökyüzünün yaptığı gibi ilk önce kararmam lazım. Sonra tam anlamıyla değişip sabah olacağım.

   Sehpanın üzerinde biriken, boş alkol şişelerine baktım. Kaç tane olduğunu kestiremiyordum. Alkolün etkisinden çıktığım söylenemezdi. Başım dönüyor ve cisimleri çifter çifter görüyorum. Belki de bunun nedeni ilk defa ve fazlaca alkol almış olmamdır. Sabah olana kadar, kaç şarkıdan oluştuğunu bilmediğim listeyi defalarca dinledim. İlk defa şarkıları bu kadar derin hissetmiştim. Demek ki dinlemek tam anlamıyla hissetmek değildi. Gerçekten var olan duyguların şarkılarla süslenmesi gibiydi şarkıları derin derin hissetmek.

Dış kapıya anahtar takılıp açıldı ve içeri Pars girdi. Burnunu kırıştırarak salona geldi.

"Oğlum, leş gibi kokuyor burası." Sehpanın üzerindeki şişeleri görünce gözleri irileşti. "Çağrı, tek seferde hepsini mi içtin?" Yalnızca başımı salladım. Pars oflayarak pencereleri açmaya başladı. Kapı çalınca başımın dönmesine rağmen kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açınca ablamla karşılaşmayı beklemiyordum.

"Abla?" Ablam kucağından Derin'i indirip ayakkabılarını çıkartmaya başladı. "Bizim annemle acilen bir yere gitmemiz gerekiyor. Derin'e bakarsın değil mi?"

"Zaten çocuğu eve soktun abla. Bakarım tamam." Sırtındaki çantayı uzattı. "Al canım, burada ihtiyacınız olan her şey var." Elindeki çantayı aldım.

"Ben gidiyorum anneciğim, dayını üzeme tatlım." dedi ablam eğilerek. Derin "Görüşürüz anne." deyip el salladı. Dört yaşında olmasına rağmen konuşması çok düzgün değildi. Yani belki de olması gereken buydu, bilemiyorum. Birlikte salona girdiğimizde Pars soran gözlerle bana baktı.

"Ablamın işi varmış galiba. Bir şeyler dedi de anlamadım, o yüzden biz bakacağız." Pars 'Ee iyi bari.' der gibi başını sallayıp omuz silkti. "Pars." dedi Derin, Pars'a doğru giderek. Bu çocuğun Pars'la bir derdi vardı. Takıntılı cidden. "Senin hayatın var mı?" Buradaki hayatın'dan kastı sevgilin ya da eşin var mı demekti. Babası annesine sürekli hayatım dediği için böyle söylüyor.

"Benim hayatım yok cimcime." dedi Pars onu kucağına alarak. "Tamam, hadi o zaman oyun oynayalım."

"Ne oynayalım prenses?"

"Gelincilik." Pars'la birkaç saniyeliğine bakıştık. Ben böyle bir oyun bilmiyordum ki muhtemelen Pars da bilmiyordu. Derin, Pars'ın kucağından inip annesinin verdiği sırt çantasının içinden pembe bir yemeni çıkarttı.

"Dayı, hadi şuraya otur." dedi salonun ortasını göstererek. Dediğini yapıp yere bağdaş kurarak oturdum. Bu sefer de Pars'a dönüp konuşmaya başladı. "Pars, mutfaktan tepsi getirir misin hayatım?" Bunun üzerine Pars'la büyük bir kahkaha atmıştık. "Getiririm hayatım." diyerek mutfağa gitti Pars.

Derin elindeki pembe yemeniyi tıpkı bir duvak gibi başıma örttü. "Şimdi, sen gelinsin dayı."

"Ne, neden ben?"

"Çünkü ben öyle olsun istiyorum dayı." dedi bilmiş bilmiş. Pars, içeri girer girmez haykırarak gülmeye başladı. Başımı ona doğru çevirdiğime onu ne kadar pembe efektli görsem de elindeki tepsiyle yüzünü kapatmış kahkaha attığı, gayet net bir şekilde anlaşılıyordu.

GÜZEŞTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin