Sertab Erener-Rüya"Umutsuzluk, bir ölüm kadar çaresiz; ama ölemeyecek kadar da bıkmış."
13/09/2020
PerşembeGöz kapaklarını yorgunlukla araladı Deniz. Bir süre kıpırdamadan boşluğu izledi. En son yaşananları hatırlamaya çalışıyordu ancak hatırladığı an pişman oldu.
'Hastasın!' diyen ses beyninin içinde takılı kalmış plak gibi sürekli yankılanıyordu. Hasta değildi hayır, ama bir anlık şüpheyle bunun ihtimalini düşündü. Olabilir miydi? Bu ona ilk kez denmiyordu belki ama ilk kez ciddiyetle söyleniyordu. Doktor bile terapi almasını önerdiyse muhakkak bir bildiği vardı. İyi değildi...
Ama Deniz bunu zaten inkar etmiyordu çünkü iyi olmadığını biliyordu. Zaten nasıl iyi olabilirdi ki? Aklı o güne gitti. 2 yıl önce yaşadıkları gözlerinin önüne gelince kalp atışları hızlandı. Aklındaki düşünceleri kovmak için gözlerini yumdu, öyle ki bir an nefes bile alamadığını hissetti. Bir eliyle üstündeki yorganı sıkıyor diğeri ile ağzını kapatıyordu. Sesi duyulmasın diye...
Buna rağmen hıçkırıkları duyuluyordu. Kendini daha çok sıktı. Hatırlamak istemiyordu. Ama hatırlamak zorundaydı. Kendine acı veren şeye mecburdu.
Yavaşça gözlerini açtı, başını çevirdiğinde komodinin üzerindeki sürahiyi boş görünce canı sıkıldı. El mecbur ayağa kalktı, sürahiyi alacaktı ki yatağın karşısında duran aynaya takıldı gözleri.
Aynadaki aksine dehşet içinde bakıyordu. Kumral saçları kabarmış, ela gözlerinin altı morarmıştı. Dudakları kurumuş, yüzü solmuş, yanakları çökmüştü. İki kelime: Berbat görünüyordu.
'Ölüyorum' diye geçirdi içinden sonra histerik bir şekilde güldü. Gitgide oda, kahkahaları ile yankılandı. Başını iki yana sallayarak gülmeye devam etti. "İşte güzel bir haber." diye mırıldanarak sürahiyi eline aldı. Başı ağrıyordu, söylenerek aşağı indi.
Mutfağa gireceği an içeriden gelen sesleri işitti.
İki kadın konuşuyordu. Birini sesinden tanıdı. Ev işleriyle uğraşan Nagihan Hanımdı, ancak diğer sesi nerede duyduğunu çıkaramadı. Umursamayıp içeri girecekti ki Nagihan Hanım'ın söyledikleriyle durdu.
"Onun yanında böyle demeyesin ha!" diyordu Nagihan Hanım. "Kızcağız kabullenemiyor bir türlü... Hoş, kolay değil ki..." Deniz konuşulanlara kulak kesildi.
"Bu hale gelmesine sebep olan ne?" diye soruyordu bir türlü çıkaramadığı o ses. "Kaan Bey ile mi ilgili? Yani, abisinden fazla çekiniyor ve bence bu normal değil." Nagihan Hanım çok geçmeden onu yanıtladı.
"Deniz kızım, aslında böyle değildi," iç çekti "Çok tatlıydı, çok temiz, çok saf..." bir süre konuşamadı, gözü eskiyi arıyordu ama geçen geri getirilemezdi. "Çok da umutluydu bu hayattan biliyor musun? Bana hep hayallerini anlatırdı. 'Doktor olacağım ben!' deyip dururdu." derken acılı gülüşü duyuluyordu.
"Yaşından küçük davranırdı hep. Buraya geldiğinde benim kızdan biraz büyüktü ama küçük bir çocuktan farkı yoktu..." dediğinde bir şaşkınlık nidası duyuldu.
"Buraya geldiğinde derken? Deniz Hanım, Haluk Bey'in öz kızı değil mi?"
"Değil ya... Anası ölünce Haluk Bey'im sahip çıkmış. Babası desen ne alemde şimdi kim bilir? Buna rağmen cıvıl cıvıl bir çocuktu o zamanlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACILAR VE UMUTLAR
Teen FictionKadın geçmişin acılarıyla her gün biraz daha ölürdü, adam geleceğin umutlarıyla biraz daha yaşardı. Sonra bir gün hayat dolu adam; ölmeyi arzulayan kadınla tanıştı...