KURGU TAMAMİYLE HAYAL ÜRÜNÜ OLUP GERÇEK KİŞİLER, OLAYLAR VE BİLGİLER İÇERMEMEKTEDİR.
"Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır." Demiş Platon. Ben haksızlıkların cezasız kalmaması için bugün buradaydım. Bugün, buradaydım çünkü Türkiye gibi bir yerde haksızlıkların cezasız kalması olası bir durumdu.
Yanlış anlaşılmayayım, canım Türkiye'mi kötülemiyorum ki zaten kötülemem. Sadece adaletin doğru ve güzel işlemediği bir toplumda yaşıyoruz. Yaşamaya devam edeceğiz. Biz Türk askerleri sağlanamayan adaleti sağlarız öyle değil mi?
Adaletsizliklerin bir çok kez yaşandığı bu dünyada, adaleti sağlamak? Zordu, çok zordu.
"Heyy!" Dürtüklendim, "Kalksana be! Ne çok uykucusun sen! Pişt, sana diyorum. Azize misin nesin, kalk hadi."
Gözlerimi yavaşça araladım. Uzun sarı saçlarım önüme gelmişti. Bu sebeple önümü göremiyordum. Elimi kaldırdım ve saçlarımı yüzümden çektim. "Günaydınnn!" Dedi Pelin bağırarak.
Karanlık ve geniş bir depodaydık, hiç bir şekilde cam yoktu etrafta. Yalnızca tepede küçük bir aydınlatma vardı. Ki o da ortamı fazla aydınlatmıyordu.
Yavaşça yerden doğruldum. Üstümde halâ aynı elbise, ayağımda halâ aynı topuklu vardı.Deponun kapısı açıldı ve içeri Ammar girdi. "Uyuyan güzel uyandı mı?"
"Uyandı, uyandı ağabey."
Olduğum yerde iyice doğruldum ve hızla ayağa kalktım. Ammar kapıyı açtığında içeri güneş ışığı girmişti, sabah saatleri olması gerekiyordu.
"Kafana vurunca bir an öldün sandık Azizeciğim. Hatta bir an nabzın atmayı bıraktı, biliyor musun?" Dedi Pelin. "Bu arada sen gerçekten sarışın değilmişsin ya, bir an seni sarışın sanmıştım."
"Olur öyle şeyler, Emel." Dediğimde yanıma yaklaştı ve kafama bir silah dayadı. "Partide başka Türk askeri varmıydı Azize?"
"Yoktu."
"Bana yalan söyleme."
Mal amına koyayım bu! Hem 'varmıydı' diye soruyor hem de 'bana yalan söyleme' diyor. Madem yalan söylüyoruz siktir git kendin bul aq.
Sonuna kadar hak veriyorum. "Madem inanmıyorsun git kendin bul Türk askerini."
Ayağını sertçe yere vurdu ve silahı pantalonunun kenarına sıkıştırdı."Offf!"
Ammar kardeşinin hareketlerini izledi ve yanıma geldi. "Azize,"
"Hm?"
"Bana kafayı yedittireceksin."
"Sebep?" Dedim gözlerimi devirmemek için zor dururken.
"Çok güzelsin, acayip güzelsin. Ama Türk olman benim için sorun yaratıyor. Gel, bırak şu işi. Türkiye'ye ihanet et, söyle bana her şeyi. Bende salayım seni."
"Tabii ki canım çay, kahve, portakal suyu veya başka bir şey? Ya da dur ya ayağına kapanayım, öpeyim falan ister misin?" Dedim alayla.
Ardından tekrar devam ettim. "Ammar ben kaç yaşındayım ve kaç seneden beri Türk askeriyim biliyor musun? Bilmiyorsun değil mi? Ammar ben menfaatlerim için ülkemi satmam. O kadar şerefsiz bir insan değilim ve de olmam. Sen beni seni satan diğer insanlara benzettin herhalde, değil mi?"
Hiç bir cevap vermedi yalnızca kollarımı arkamdan tuttu ve beni ne ara arkama geldiğini bilmediğim demir bir sandalyeye oturttu.
"Emel, git ip getir de Azize hanımın ellerini bağlayalım."
"Peki, ağabey." Dedi Emel ve hızla depodan dışarı çıktı. Ammar konuşmadı, sustu.
Ona Turkiye'mize ihanet etmeyeceğimizi söylediğimizde aklına kendine ihanet edenler gelmiştir Azize'm. O yüzdendir bu konuşmaması.
Büyük ihtimalle öyle. Bir süre sonra deponun tekrardan kapısı açıldı ve içeri Emel, elinde ip ile geldi. "Buyur ağabey."
Ammar hızla ipi aldı ve sertçe elime bağlamaya başladı. Kangren olacaktım amına koyayım.
"Burada biraz dur Azize de aklın başına gelsin. Bakalım seni Türk askerleri bulabilecek mi?"
Tabii ki de bulacaklar, embriyo kafalı orospu çocuğu.
Evet, bulacaklardı. "Göreceğiz, Ammar." Dedim yalnızca.
"Göreceğiz, Azize."
🇹🇷
ARAL ALİ SUNGUR
"Nerede bu kadın!" Dedim sessizce, halâ Azizeyi ararken.
"Sağlık durumu şuan iyi, kan değerleri ve kalp atışları normale döndü." Dedi bir asker.
Şu an tim ve Albay ile birlikte oturuyorduk. Azizeyi bulmak yerine sağlık durumuna bakıyorduk resmen!
"Ne yapacağız, komutanım." Dedim Albaya bakarken. "Azizenin konumunu bulmaya çalışıyoruz, kamera kayıtlarına da bakılıyor. Partinin arka yerindeki kapıdan kaçırmış kadını, Ammar. Arabanın plakası tam olarak gözükmemiş bu sebeple biraz işimiz zorlaşacak, ama hemen bulacağız Azizeyi"
Albay konuştuktan sonra sessizleşen ortamı birden telefon sesi doldurdu, benim telefonumda. Hemen cebimden çıkarıp ekrana baktım. Azizenin ağabeyi, Barış arıyordu.
Hemen açtım ve dışarı çıktım. "Efendim, Barış?"
"Ali, ben Azizeden haber alamıyorum. Senin yanında falan mı acaba ya da haberin var mı nerede olduğundan. Babamı tekrardan İstanbul'a götürmem gerekiyor ama adam Azizeyi görmeden gitmem diye tutturdu."
"Şey, Barış. Azize buralarda değil." Dedim, karşı taraf bir süre bekledi daha sonra cevap verdi. "Nerede ki Azize?"
"Bir adamın eline düştü. Ama hemen bulacağız, meraklanma yani."
Hemen bağırdı. "Meraklanmayım mı? Ağabeyiyim ben onun, nasıl meraklanmayım? Bir tanem o benim, Ali." Dedi sonlara doğru üzülen sesiyle.
"Sana söz veriyorum, Barış. Azizeyi bulacağım."
...
Bir süre daha konuştuk Barışla. Onun içini biraz olsun rahatlatmaya çalışmıştım.
"Sungur!" Dedi Albay. Hızla arkamı döndüm. "Buyrun komutanım!"
"Azizenin yerini bulduk. Gidiyorsunuz."
Hızla yanına doğru ilerledim. "Neredeymiş"
"İki saat uzaklıkta olan ormanın içindeki depodaymış. Ama etrafta çok adam var sessiz sessiz gidin. Hadi bakalım."
Kafamı hızla sallayıp timin bulunduğu odaya girdim.
"Herkes hazırlansın, gidiyoruz."
Hep birlikte ayağa kalktılar. "Emredersiniz komutanım!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AREF (Asker Kurgusu)
General FictionVatanı için yaşayan genç bir Türk askeri. Azize Tansu. Ben, Türk askeriyim. Ben, Türk kadınıyım. Ben, bu toprağın evladıyım. Ben, vatanım için canımı göze alanım. Ben, Türk'e düşman olanın düşmanıyım. Ben, bu toprak uğruna şehit düşenin mezar t...