moda'da bir süre yürüdükten sonra kendimi bedo abi'nin kafesine attım. anlaşılan bu iki yıllık süreçte sağlığımı da harap etmiştim. iki yokuş çıkıp, on kilometre koşmuş gibi hissediyordum.burası her zamanki gibi kalabalık ve cıvıl cıvıldı. lisede her okul çıkışında saatlerce otururduk. öğlenci olduğumuz zamanlarda bile erken kalkar buraya gelirdik. o zamanlar kalabalık bir arkadaş grubumuz vardı. gerçi haşa vardılar ama ben kendimi aralarında çekmiştim. bazen özlüyordum onları. yine de bu halimi tercih ediyordum.
içeri girip boş bir masa bakındığım sorada bedo abi gülümseyerek yanıma geldi ve kollarını iki yana açtı.
"seni buralarda görecek miydik asi liseli? hoş geldin." yıllar geçse de bana taktığı lakap yapışmıştı. açtığı kollarının arasına girerken ben de gülümsedim. "hoş bulduk bedo abi."
gülümseyerek geri çekildiğinde ellerini omuzlarıma koyup yüzüme baktı. dikkatle beni izlerken burnumu sıkıp kolunu omzuma attı ve pencere kenarındaki bir masaya doğru yürümeye başladık. "anlat bakalım fıstık, nasıl gidiyor? neler yaptın?"
"gitmiyor valla."
oturmam için kolunu üzerimden çekti. ben otururken o ayakta durdu. omuzlarına kadar inen kırlaşmış saçlarını bunalarak geriye itti. "ne getireyim sana?"
"filtre kahve alırım abim." kafasını olumlu anlamda salllayarak hemen tezgahın ardındaki yerini aldı.
o gittikten sonra çantamdan notlar aldığım defterimi çıkardım. bazen buraya gelir eski zamanları anımsardım. hoşuma gider ve huzurlu hissettirirdi beni.
ilk sayfayı açtığımda, beni neler beklediğini asla bilmiyordum.
bazen canımın acısı içime sığmıyor, çok fazla geliyor. alabileceğimden tonlarca fazla ağırlıkta. ben bu sınavı istemiyorum. fiziksel acıların ruhsal acılardan hafif kaldığı bir sınavı istemiyorum.
elimde olmadan kendimi küçümsemiştim. hayat gerçekten çok garipti. bir zamanlar altından asla kalkamayacakmışım gibi görünen acıların sebebini birkaç yıl sonra hatırlamıyorduk bile. mesela ben bu azap dolu cümleyi neden yazdığımı bilmiyordum. o kadar gözümüzde büyüttüğümüz, uğruna her şeyimizi feda ettiğimiz hayat bu işte. acılar çekilir, acılardan ağlayarak ölünür ve acılar unutulur. gerçekten bazı zmanlar hayatın dinamiği bundan ibaretti. acı çekilen ve unutulan bir dinamik üzerine kurulu.
bencilce ve anlamsızca. sorgulamamızı istemiyor sanki hayat. önümüze koyuyor, al senin payına düşen de bu, diyor. sen de önüne koyulan acını alıp paşa paşa çekiyorsun. derin düşünmeye gerek yok, kurcalamaya lüzum yok.
insansın ve acı çekeceksin, insansın ve acını unutacaksın.
sayfayı çevirdiğim zaman başka bir not karşıladı beni. dudaklarım istemsizce iki tarafa kıvrıldı.
odanın kapısında gidişlerimin anısı asılı duvarlarında ise kalbimin sancıları
ne acı çekmiştim, neden üzülmüştüm, neden kırılmıştım acaba bu kadar?
neye üzeleceğime şaşırmıştım. böyle acıları çektiğime mi yoksa unuttuğuma mı?
diğer sayfaya geçmek için elimi deftere attığım anda bedo abi en sevdiğim kupada kahvemi getirdi, notlarımı okuduğumu fark edip yanağımdan bir makas aldı ve beni yalnız bıraktı. onu sevmemin bir başka nedeni de buydu, anlıyordu yalnız olmak istediğim anları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
other lives |gxg|
Romance"Sabit siyah ayrılıktan aldığım pay denk seninkine. Neden ağlıyorsun? Ver elini ve söz ver bir düşte geri döneceğine. Sen ve ben acıdan bir dağız, sen ve ben bu dünyada bir daha hiç karşılaşmayacağız." Sena o kadın için bu şiiri okurken, ben Se...