two

182 28 14
                                    




"Uyaaan."

çağdaş'ın gür sesi kulaklarıma dolarken gözlerimi kırpıştırarak açtım. aynı zamanda o da odaya daldı ve bir insana ait olamayacak kadar büyük bir neşeyle yüzüme baktı.

"alabildin mi güzellik uykunu?"

hafifçe gerinip yerimde doğrulduğumda ukalaca bir bakış attım ona. "sence güzellik için uyumaya mı ihtiyacım var?"

çağdaş neşesine neşe ekleyerek sırıttı ve odama girip yanıma oturdu. "güzel güzel. formun yerinde."

burnuma gelen kokular beni kandırmıyorsa çağdaş kahvaltı için gelmişti. "bana kahve yapma ihtimalin yüzde kaç?"

bir süre yüzüme baktı. ardından kaşları ve gözlerini hareket ettirerek elini gösterdi. umutla bakışlarımı oraya çekerken karşılaştığım nah hiç hoşuma gitmemişti. "çay var, çay iç."

oflayarak kendimi tekrardan yatağa doğru attım. "hadi gel kahvaltı yapıcaz." diyerek yatağımdan kalktı ve odamdan çıktı.

tavanı izleyerek bir süre öylece durdum. iyi hissediyordum. uzun süre sonra gerçekten kendimi iyi hissediyordum. bunun sebebini sorgulamaksızın yatağımdan kalkıp banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. saçlarımı tepemde bir topuz yaptığımda aynaya baktım. evet göz altlarım mor ve şiş şişti. ayrıca bakışlarımda eski canlılık yoktu evet ama yine de kötü hissetmiyordum. bu bile benim için büyük bir adımdı.

banyoda işimi halledip salona doğru yürüdüm. havanın güzel oluşu yüzünden çağdaş kahvaltıyı balkon masasına kurmuştu. karşısındaki yerime otururken o da çaylarımızı dolduruyordu.

pişi yapmıştı. benim sevdiğim gibi yumurtayı haşlanmış değil tavada yapmıştı. masadaki çeşit çeşit kahvaltılıklar ve hepsini hazırlayan kuzenim içimi ısıtmıştı. beni iyi görmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. onu seviyordum. hayatımda sahip olduğum sayılı insanların başında geliyordu bu çocuk. aynı kanı taşımamızın yanı sıra gerçekten kardeş gibi büyümüştük.

o da oturduğunda ben kendi kahvaltı tabağımı hazırlamakla ilgilenirken beni izliyordu. birazdan sorguya başlayacaktı, o yüzden sakin son dakikalarımın tadını çıkarmaya çalıştım.

çayımdan ilk yudumumu aldığımda o da başlamıştı sorularına. "dün akşam neredeydin?"

güzel soru. sarışın bir kadının anlattığı bir hikayeyi ağzımdan sular akıtarak dinliyordum be abim. bir de kadını ilk görüşüm olduğunu unutmamak gerekiyordu. anlattığı hikayenin gerçek olup olmadığı kousunu açmıyordum bile. unutmadan, adımı söylemediğim halde giderken bana adımla seslenişinden de bahsetmezsek olmaz.

o noktaya dönersek kanımca şöyle olmuştu.

o apartmana girip kapıyı ardından kapatana kadar ben alık alık girdiği binayı izlemiştim. sonrasında ise aklımdan bir sürü paranoyak fikir geçmişti.

'bu kadın sapık bir manyak, beni nereden tanıyor?' gibi.

ama yanılıyordum. Sena sapık bir manyak değildi. beni tanımıyordu. bileğimdeki minnacık Beril yazılı bilekliği nasıl görmüştü bilmiyordum ama adımı bilmesinin tek mantıklı sebebi de buydu.

benden bir cevap bekleyen çağdaş'a bakıp omuzlarımı silktim ve çayımdan bir yudum daha aldım. "öyle dolandım tek başıma."

kaşlarını çattı. "emin misin?"

"eminim. yumurtayı fazla pişirmişsin." ,

"fazla pişirmedim. tüm gün boyunca bir başına mıydın yani?"

"evet tüm gün tektim. krem peynir yok mu?"

"bitmiş. nerelerde dolandın peki gün boyu?"

elimdeki çatalı gürültülü sayılabilecek bir biçimde tabağıma bıraktım. "ayh, içim şişti ha." dedim derin bir nefes alarak. "az bir sus da rahat rahat kahvaltı yapalım ya allah aşkına."

eline çatalını alırken diğer eliyle ağzına hayali fermuar çekiyormuş gibi işaret yaptı ve tabağını doldurmaya başladı. böylece ben de rahat bir nefes aldım.

şu an kendimi mutlu ve iyi hissetsem de dün geceyi hatırladığımda kendime kızıyordum. ne diye dinlemiştim ki onu? hem de dakikalarca. anlattığı hikaye doğru mu yalan mı o bile meçhuldü. insanları etkilemek için böyle hikayeer anlatan insanlar da vardı. Sena'nın bunlardan biri olmaması için elimde hiçbir kanıt yoktu. neden onlardan biri olmasın ki? farkı ne? hala aklımdan çıkmayan yüzü için mi? hayır.

hem bir insan bir kadını böylesine çok sevse boş sokakta karşılaştığı ilk kadına anlatır mıydı? sanmıyordum.

kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden kurtuldum. onu düşünmek tam bir zaman kaybıydı. uzun süre sonra kendimden ödün vermiştim ve bu hiç hoşuma gitmemişti. ben en yakınlarımla bile arama belli bir mesafe koyan biriydim, benim belirlediğim çizgimi hiç kimse geçemezdi. Tamam ben ona hiçbir şey anlatmamıştım ama bunun sebebi de anlatacak destansı bir aşk hikayemin olmayışıydı.

aşk zehirli bir duyguydu. insanın vücuduna öyle hızlı bir şekilde yayılırdı ki sen engellemeye çalışırken bile bağımlısı olabilirdin. ve ben eskiden her şeyden çok etkilenen bir kadındım. bir aşk hikayesine tutulacak türde bir kadındım. şimdi çok acizce geliyordu. beni savunmasız bırakan şeylerden nefret ediyordum artık. insanı tüketirdi. zamanla varlığımızı bile silebilirdi.

"bugün n'apmayı düşünüyorsun? kendini sokaklara atıp, aylak aylak gezmek dışında."

"bilmem kafeye giderim belki." çağdaş kafasını sallayarak onaylarken bakışlarına belli bir rahatlama çöktü. bedir abi'nin kafesi yıllardır gidip geldiğimiz bir yerdi. uzun süredir otaya gitmiyordum, özlemiştim.

"sen okula mı gideceksin?" çağdaş okuduğu üniversitede tarih bölümü akademisyeniydi. bir zamanlar ben de aynı üniversitede kimya mühendisliği bölümü öğrencisiydim ama dondurmuştum.

kafasını olumlu anlamda sallayıp otoriter bir tonda konuştu. "bir ara lütfedip okula uğra ve kaydını yenile. zaten iki sene kaybın var."

kafamı olumlu anlamda salladım. uğraşmam gereken ne çok şey vardı. yokluğumda eski hayatım birbirine girmişti ve ben nereden toparlamaya başlayacağımı bilmiyordum.

bir evi dağıtmak ne kadar kolaysa bir hayatı dağıtmak da eşdeğer kolaylıktaydı.

tekrardan dondurduğum okuluma gidip, devam etmeliydim. hayatım her neydiyse, oraya odaklanmayı bırakıp devam etmeliydim.

* * *

atıyorum birazdan üçü

other lives |gxg|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin