eight

186 40 9
                                    





demek o da gitmişti.

ayrıldıklarını biliyordum, en azından bunu tahmin etmek zor değildi. ama hep ortak bir karar sonucu ayrıldıklarını düşünmüştüm nedense. ama tek bir cümlesiyle netleşmişti.

ikinci kez bunu yaşayamam.

ona döndüm, yorgun gözleriyle bana bakıyordu. o parlak bakışlarının ışıltısı sönmüş gibi. omuzları çökmüş, iki yana düşmüştü elleri. biraz önce huysuz, ağzından alevler çıkaran kadın gitmiş, yerine oyuncağı elinden alınan üzgün bir çocuk gelmişti. gözleri üzgün bakıyordu, dudakları aralık, kaşları da çatıktı. sena üzgün bir kadındı. içi kırıklarla, sönmüş umutlarla dolmuş bir kadındı. bu kadar çok uğraşmasına, çabalamasına rağmen üzüldüğü ve terk edildiği için yorgundu belki de.

"gitme. lütfen, beril." yutkundum. zor bir şey istiyordu benden, şu an gitmek benim için daha kolaydı bu haline bakmaktan. kendimle savaşıyordum, sena'yla savaşıyordum. sena'nın sesi, bakışları, kırıkları; kendiminse sınırlarıyla savaşıyordum. "bu gece gitme."

çizgimi aşıyordu, benim koyduğum sınırı aşıyordu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. buna nasıl izin veriyordum? hem 'sorunluyum' ben, neden gitmemi istemiyordu o zaman?

önüme dönüp kapının kulpuna uzandım, hemen gitmem lazımdı çünkü ona biraz daha bakarsam burada kalırdım. sena beni korkutuyordu, tek gülümsemesiyle tüm gizli yanlarımı anlattırabilirdi bana. kontrolü elime almanın vakti gelmişti.

kapının kulpunu indirdiğim anda omzumda dokunuşunu hissettim. elinin temas ettiği yer karıncalaşmış gibiydi, bakışlarım yere düştü. yok olmak istediğim anların birindeydim, tam şu an zaman durmalı, sena donmalı ve ben ona bakmadan buradan gitmeliydim. o fark etmeden, fark ederse bırakmazdı. ya da sadece bırakmak istemeyişine tav olurdum, bilmiyordum.

"bu saatte nereye gidiyorsun?" diye mırıldandı kedi gibi bir sesle. "saat dört."

sanki biraz önce birbirimizin kafasını patlatmayacakmışız gibi minnoş bir ses tonuyla benimle konuşması sinirimi daha da alt üst etmişti.

"sorunlu bir kızı evinde bulundurmak istemezsin diye düşündüm."

kendi sözleriyle vuruyordum onu, ağzımızdan çıkan her kelime karşımızdakine verdiğimiz bir kurşundu, evet.

hala ona dönmüyordum. omzumda duran elini yavaşça indirdi, elimi tuttu. baş parmağıyla bileğimi hafifçe okşadı.

"yapma," diye fısıldadı. tam arkamda duruyordu, saçlarıma değen burnunu hissettiğimde çenemi sıktım. "kal. kırma beni."

"sena bırakır mısın?" dedim elimi elinden çekerek.

derin bir nefes aldığını işittim.

gitmeme izin vermek istemiyordu ama kalmak da benim için zordu. yavaşça ona döndüm, gözleri elimi çektiğim elindeydi. elimi tutmak için tekrar hareketlense de durdu.

kafasını yerden kaldırdığında göz göze geldik, hala yorgun ama daha az hüzün doluydu gözleri. sessizlik ona iyi gelmiyordu. "sena, gitmek istiyorum."

kafasını yana yatırarak yine gözlerine ulaşamayan bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "gitmeni istemiyorum."

onu taklit ederek kafamı yana yatırdım. "gram umurumda değil bu sena'cım."

"bak," diye konuştu. "mantıklı ol, olalım. tamam biraz atışmış olabiliriz ama önemli değil, tamam mı? düzeltiriz, ben düzeltirim. özür de dilerim. gecenin köründe seni göndereceğimi mi sanıyorsun? seni ben davet ettim, nasıl bir sığır olurum o zaman farkında mısın?"

other lives |gxg|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin