five

157 29 4
                                    



siyah kot ceketime biraz daha sarıldım, üşüyordum yine o geceki gibi.

tekrar buradaydım, grafitisi olan o sokakta. bu sefer telefonumu sessize almıştım, kimsenin beni rahatsız etmesine tahammülüm yoktu. ayrıca o eve gitmek de istemiyordum. insanın evi olmayınca nereye giderdi ki?

sokakta biraz yürüyüp o noktaya geldim. onu ilk gördüğüm noktaya. o gece neden benimle konuştu, neden bana onu anlatmıştı, neden tekrar karşıma çıkmıştı... sorular çok fazlaydı, her birinin içinden yeni sorular doğuyordu ama ben bir şeyler için cevaplar aramayı çok uzun zaman önce bırakmıştım zaten. beynim tek düşmanımdı benim. daha fazla şey biliyordu ama benimle paylaşmak gibi bir niyeti yoktu anlaşılan.

sırtımı duvara yaslayıp yere oturduğumda gecenin sonunda yine kendimle baş başa kaldığımı fark ettim. insanın doğasıydı bu. yalnız doğup yalnız ölen canlının bu iki olay arasındaki zaman diliminde yalnızlıktan şikayet etmesi ne kadar doğru?

"özledin mi beni?"

bakışlarımı ona çevirme gereği duymadan yere bakıp gülümsedim. bağdaş kurduğum dizlerimin üzerindeydi ellerim. biraz daha bana yaklaştı. hala ona bakmamakta direniyordum. neden

"bugün ikinci kez karşılaşıyoruz." diye mırıldandı. telefonumun kilit tuşuna basıp saate baktım.

"saat gece yarısını geçti," dediğimde bunu dememi bekliyormuş gibi güldü. elini dizine vurduğunda şaşırmış gibi görünmeye çalışıyordu. "kızımız konuşabiliyor da."

realist bir beril, yetti artık bak şu aptala, dediğinde ona hak verip bakışlarımı ona çevirdim. saçları dağınıktı, çok da ıslaktı. yeni duş almış olmalıydı, güzel bir çiçek kokusu yayılıyordu saçından. makyajsızdı bu sefer, gözaltlarında kapatıcı bile yoktu. beni camdan görüp de mi gelmişti?

gözlerimi gözleriyle buluşturduğumda munzur bakışları beni ele geçirdi. hala parlak, hala boğucuydu gözleri.

"kızınız susturabiliyor da," dediğimde kafasını duvara yaslayarak güldü.

"çok sert, beril."

"şansını zorlama, sarı. ben buraya bir başıma oturmaya geldim, sen neden geldin?"

"yürüyüşe çıkmıştım, tesadüf."

alaycı bakışlarımı üzerinde gezdirdim. üzerindeki tişörtün üzerinde yer yer ıslaklıklar vardı. kurulanmamıştı bile. "duştan çıktığında ani bir kararla yürüyüşe mi çıkmaya karar verdin?"

"inanıp inanmamak sana kalmış hayatım," dedi rahat bir tavırla kollarını göğsünde buluştururken. omzumu silktim.

"o zaman inanmıyorum, hayatım." dedim son kelimenin üstüne bastırarak.

"sen bilirsin."

tekrar telefonumun kilit ekranını açıp cevapsız aramaların bildirimlerini sildim. çağdaş'ın ismi ekranda yanıp sönmeye başladığında derin bir nefes verdim dışarıya. bir kere konuşacaktım, bu geceye yalnız devam etmek istiyordum. "söyle çağdaş."

"beril nerdesin ya? çıktın gittin birden, aklım çıktı."

akraba bağlarımdan nefret etmiştim bir an. kanla bulaşıcı genetik hastalıktı.

"dolanıyorum. bir şey mi var?"

"herkes burada. hadi gel sen de güzelim."

gerçekten cinnet geçirecektim. anlamıyor muydu yoksa anlamak mı istemiyordu bilmiyordum ama tüm hayatıma ait olan sabrımı bir gecede harcamıştı. öyle sinirliydim ki bir şeylere vurmak, bir şeyler parçalamak, kırmak istiyordum. şu an etrafımda kırabileceğim tek şey sinirimi bozan sena'nın kafasıydı.

other lives |gxg|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin