Kara Göz

5.1K 55 22
                                    

Kendime engel olamadan sevdim. Canımdan çok sevdim. Gür saçlarına dokunmaya kıyamadan sevdim. Bir dokunuşumla bu rüyanın biteceğini düşünerek uzaktan zararsızca sevdim. Peki o ne mi yaptı? Hiç. Beni görmedi. Sevgimi hissetmedi. Bulamadı beni, belki de bulmayı istemedi. Görüp umursamamış da olabilir. Offf...

Onu sevmek kaderimdi. Aramızda 12 yaş farkına inat sevdim de sevdim. Platonik olması ne kadar can yaksa da usanmadan sevdim. O benim edebiyat öğretmenim. 11. sınıfta tanışmıştık. İki senedir sınıf öğretmenimizdi. Ve ben ilk gördüğümden beri tutulmuştum.

Benim için trajik bir tanışmaydı. Şöyle: "Okulun ilk günü geç kaldığımda birinci ders çoktan bitmişti. İkinci ders teneffüsü yeni çalmış bahçedeki öğrenciler içeriye alınmıştı. İlk gün geç kalan kendime lanetler okuyarak merdivenlerden çıkıyordum. (Evet, ben de sadece kendime lanetler okurum. Bedduamı kendime saklarım. Ne yapayım? Sonuçta dönüp dolaşıp bize dönüyor.) Merdiven basamaklarını atlayarak çıkıyordum. Sonra ayağım kaydı ve arkamdaki bedenle beraber birkaç basamaktan düştük. Düşerken kendi elini benim kafamın altına götürmüştü yabancı. Bana bir şey olmadı ama kendisinin üstüne düştüğüm için kafasını vurmuştu ve ben de adamın kafamın altındaki kolunu öpmüştüm. Toparlanırken özür dileyip elimi uzattım ve o saniyede gözlerinden kendimi alamadım. Kalbimde bir şeyler tepindi. Kelebekler uçuştu derler aynı öyleydi. Özrüm ardından koşarak sınıfa gittim. Öğretmen gelmemişti bekledik. On dakika sonra kapı açıldı ayağa kalktık ve olamazzz. Bu çarptığım adam benim öğretmenimdi. Mahçup olmuştum. Dersten sonra tekrar özür dilemeyi not ettim. "Merhaba ben Kemal Gök. Bu yıl hem edebiyat hem de rehber öğretmenizim. Sıradan kendinizi tanıtın." dedi. Baştan başladı herkes kendini tanıtmaya ve ben bana gelinceye kadar utançtan yüzümü sıraya gömdüm. Sema kalktı(en yakın arkadaşım. Seviyorum bu kızı. Canım sıra arkadaşım) "Ben Sema Yılmaz. Babam bakkalcı annem ev hanımı. iki kardeşiz. Tokatlıyız." Ben kalktığımda kaşının biri yukarı kalktı. Sanki hiç bir şey olmamış gibi hadi tanıt kendini der gibiydi. "Ben Öykü Vurgun. Buralıyım." dedim oturdum. "Annen, baban?"
Sesim titreyerek de olsa benim için ne kadar zor da olsa cevap verdim. "Yok." "Nasıl yok?"
Sema yardıma yetişti."Hocam annesi babası trafik kazasında bebekken vefat etti." (Ben boşuna demiyorum seviyorum bu kızı.) Hoca anladım der gibi başını salladı oturup annemi babamı düşünüp hülyalara daldım. Ne olurdu ölmeselerdi de beni evimde bekleyenler olsaydı. Yemek yapan bir annem, harçlık veren babam olsaydı. Olmadı. Gözümden bir damla gözyaşı süzüldü. Sıraya düştü. Kemal hocanın gözleri bendeydi hissediyordum. Yerinden kalkıp buraya beş adımda geldi. " İstersen yüzünü yıka. İyi gelir." Eli omzumdaydı. Güven verir gibiydi. Yüzümü kaldırmadan yerimden kalktım lavaboya adımladım. Yüzümü yıkadım. Aynadan kendime çeki düzen verdim. "Sen güçlü birisin. Ağlama." Kendime moral vermeyi bırakıp lavabodan çıktım. Hoca kapıda beni bekliyormuş. " Nasıl oldun? Biraz daha iyi misin?" Güçlükle çıkan sesimle "İyiyim hocam." dedim. Tebessümle konuştu. " Ne zaman konuşmayı istersen gel yanıma konuşalım. Sıkıntın olursa paylaşabilirsin. Elimden geldiğince yardım ederim. Şimdi sınıfa." Son cümlesini öyle çocukça söyledi ki gülmeden edemedim. Güldüğümü gördü. "Hep böyle gül emi." Bu defa kahkaha attım o da bana tebessümle karşılık verdi. "Teşekkür ederim." "Ne demek görevimiz." Tekrar bir kahkaha attım ve yine tebessümü... Bu adam hiç mi gülmez, kahkaha atmaz. Neyse... Bir an duraksadım. Sabahki olayı hatırladım. Yine beni bir mahçupluk aldı. Sessizleştim. Kafamı yere indirdim. Oysa ne güzeldi gözlerine bakmak. Hayat oradaydı sanki. Yaşadığımı hissettiriyordu sanki. Hem yok oluş hem de varoluş gibi... Ah o kara gözler.

"Sabah için özür dilerim."
"Önemi değil. Bilerek düşmedin ya."
"Kafanızı çarptınız hastaneye gitsek."
"Beraber? Velim misin ufaklık."
"Şey... Ben öyle..."
"Tamam ufaklık yok bir şey özrünü diledin ki buna da gerek yoktu. Bilerek düşmedin, düşürmedin. Turp gibi de sağlamım. Hadi sınıfına. Zil çaldı."

Zil ne zaman çalmıştı. Duymadım bile. Yanındayken dış dünyadan soyutlanıyor. Bütün dünyaya kapanıyordum adeta. İç çekerek sınıfa yürüdüm ve onu ardımda bıraktım."

Ben bu günden beri büyük bir aşkın içindeyim. Başta koruyup kollaması, derdimi dinlemesi hoşuma giderdi. Ama bir çift kara göze yenilgimi 12. sınıfa geçtiğimizde fark ettim. Her gün onu düşünüyordum. Kara gözlerini, saçlarını... Aramızda öğrenci oğretmen ilişkisi giderek şevkatli baba kız ilişkisine dönüşüyordu. Her derdimi dinliyor, beraber gülüyorduk. Tabiiki bu süre zarfında Üsküdar yetiştirme yurdunda büyüdüğümü de söylemiştim. Ben istemiyorum bana kızı gibi bakmasını. Canım yanıyor düşündükçe kafayı yiyordum.

Yurt kokusu vardır bilir misiniz? Oraya giren tabirimce çıkamaz. Bir ömür kalırdı. Ben kalmıştım. 18 yaşıma kadar...Ben yurtta büyüyen öksüz bir kızım ve bu hayatta tek değerli varlığım Kemal Hocamdı.

HocamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin