14 Eylül

44 33 2
                                    





"Nereye gidiyoruz?" Yüzüncü kez sorduğu soruya gözlerimi devirdim.

"Gidince görürsün, Pelin."

"Gidince göreceğimi zaten ben de biliyorum. Şimdi öğrensem ne zararı var ki?!" İtiraz dolu bakışları üzerime kilitlenince görmezden geldim.

İki gün önce anlaştığımız üzere bugün buluşmuştuk. Aslında bu planımı kumsalda teklif etmeyi düşünüyordum. Ama adının Ateş olduğunu öğrendiğim çocuk, tüm planlarımı altüst etmişti. Pelin'in aracılığı ile soğuk şekilde benimle tanışmış sonra ise Pelini de alarak yanımdan uzaklaşmıştılar. İlerleyen günlerde karşıma her çıktığında yüzündeki ifadeden benden hazetmediğini anlıyordum. Bize bir sorun çıkartmıyordu, ama benden rahatsız olduğu su götürmez bir gerçekti. Emin olduğum bir şey var ki Pelin'e olan hisleri tam olarak bitmemiş. Fakat birlikte olacağı kişilere sorun çıkartacak kadar düşüncesiz ve yersiz biri de değil. Bu hamur çok su götürmeyecek gibi ya Uzay. Çocuk sizin için bağrına taş basıyor işte. Kes sesini iç ses!

Ben yürümeye devam ederken gelmediğini hissettiğimde duraksadım. Arkamı döndüm bezgince. İki elini de beline yerleştirmiş kaşlarını çatmışdı. Derinden nefes alarak yanına doğru ilerledim "Az kaldı zaten, sabret." Bir anda parmaklarımı elinden geçirince büyük gözleri kocaman açıldı. Elinden tutarak arkamdan çekiştirdiğimde şaşkınlığını hala üzerinden atmış değildi.

"Elimi tutmak için bahane ürettiğini inkar etme." diye mırıldandı.

"İnkara teşebbüs ettiğimi hatırlamıyorum." Muzip şekilde gülümsediğimde hafif dolgun yanaklarının kızarmaya başladığını göre biliyordum. Pelin gerçekten değişikti. Bazen cesur, bazen ise küçük bir cümlenin yanaklarını kızartmasına etki edecek kadar utangaç biri ola biliyordu.

Varacağımız noktaya yaklaştığımızda yokuş aşağı inmeye başladık. Yokuş aşağı yolun sağ ve sol taraflarında dip dibe renkli evler inşa edilmişti. Hemen hemen her birinin balkonu çiçeklerle süslenmişti. Sokağın sonu Thalia denizine çıkıyordu. Ama benim varmak istediğim nokta deniz değildi.

Zefir'e gelmeden önce pek istekli olmasam da internette gezilecek yerler konusunda küçük araştırma yapmıştım. Dikkatimi çeken en önemli yer gideceğimiz noktaydı. Pelin'le tanıştıktan sonra oraya tabii ki yalnız gidemezdim.

"Uzay, burası çok güzel!" Coşkulu ses tonuna hayranlık karışmıştı.

Gülümseyerek her tepkisini inceliyordum "Güzellik görmek için ikimiz de farklı noktaya bakıyoruz. Bence ben açık ara büyük farkla öndeyim." Bana döndüğünde bakışlarımız birleşti. Afalladığı için gülümsemesi yüzünde silikleşmişti.

Onu ısrarla seyretmeye devam ederken renkten renge girmişti. Kafasını iki yana sallayarak boğazını temizledi "Oynama benimle." Sitemle önde yürüyordu.

"Gözümün gördüğünü söylüyorum sadece." Yüzünü görmesem de kulağıma kıkırdama sesleri doluyordu.

Önde ilerken ben de arkasından yürüyordum. Denize varmamıza çok az kalıyordu. Bu yüzdendi ki kabarıp çekilme sesleri kulağıma doluyordu. Düz devam edeceği sırada hızla elinden tuttum. Tereddütle birleşen ellerimize ve yüzüme bakıyordu. Sevimli şekilde sırıtarak boşta kalan elimle sağ tarafı işaret ettim "Buradan." Kafasını aşağı yukarı salladı.

Sağa saptığımızda duvara asılmış siyah tabela karşıladı bizi. Dilek kanalı. Karşı karşıya inşa edilen binaların arasında fazla dar sanılmayacak alandan uzun su kanalı akıyordu. Güneş ışıklarının yansıması ile suyun zümrüt yeşili rengi çarpıcılaşıyordu. Suyun yüzeyi mor küçük yapraklarla doluydu. Su kanalının üzerinde pembe renklerle süslenmiş küçük bi köprü vardı. Kanalın kenarındaki dar kaldırımın kenarında süs amaçlı küçük renkli kayıklar vardı.

"İnanılmaz!" Manzara karşısında dili tutulmuş gibiydi. Çocuksu heyecanla gözleri her tarafta dolaşıyordu. Naif şekilde elinden tutarak dar renkli kaldırım boyunca ilerlerlemeye başladık. Biz hareket ederken aynı zamanda boynundaki küçük fotoğraf makinesi ile peş peşe resimler çekiyordu. Köprüye vardığımızda dikkatle üzerine çıktık.

Flaşı patlattıktan sonra makineyi göz hizasından indirdi. Parlayan gözleri üzerimde kilitlendi "Buradan haberim yoktu. Nasıl atlamışım hâlâ kendime kızıyorum." Hayranlıkla süzda etrafı "Nefis bi' manzara!"

Kıkırdayarak dudaklarımı araladım "İsmi Dilek kanalı. Eski inanışa göre şehrin gençleri doğru kişinin karşılarına çıkmasını dileyerek mor leylak çiçeğinden bir yaprağı suya atarlarmış. Çünkü mor leylak çiçeği aşkı simgelermiş. Yaprağın akıntı ile aşklarına ulaşıp onu bulacağına ve dileklerini ona ileteceğine inanırlarmış." Ellerini bir birine çırptı heyecanla.

"Biz de yapalım mı?" Heyecanı yüzünün her miliminden okunuyordu. Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım.

"Bende gözün olduğunu leylaklar aracılığı ile mi ileteceksin?" Gür bir kahkaha attığımda kolunu karnıma geçirdi.

Leylaklardan birer yaprak suya yolladıktan sonra dudaklarını büzerek bana döndü "Keşke lale mevsimi olsaydı da sarı yapraklarını yollasaydık dilek olarak." Gözleri suda milyonlarca leylak yaprağına kaydı.

"Ama sarı laleler umutsuz aşkı temsil eder?" Omuzlarını kaldırırken silik bir tebessüm kondu dudaklarına.

"Sarı laleler aşktan çok daha fazlası, Uzay. Emin ol benim literatürümde, karşılığı umutsuz olamayacak kadar kutsal." Anlamaz gözlerle dudaklarımı araladım.

"Nasıl yani?"

"Belki bi' gün." Gülümseyerek fotoğraf makinesini göz hizasında kaldırdı. Yan profilini seyretteğimde gülümsüyordu. Saydamlık ve gizem. İki kavram da Pelin'in üzerine tam oturuyordu. Çok tuhaftı fakat eğreti değildi.

Fotoğraf makinesi hâlâ göz hizasındayken odak noktası kanaldı. Bir anda arkasında dikildiğimde duraksayarak yavaş yavaş makineyi indirdi. Yumuşak pudramsı kokusu burnuma dolarken nefesim boynuna çarpıyordu. Tenimde karıncalanma baş kaldırırken kanın damarlarımda hızı artmıştı.

Muzip şekilde gülümseyerek sol koluna tutundum. Dokunuşumla kasıldığını seze biliyordum. Cebimden çıkardığım telefonun ön kamerasını açıp öne doğru uzattığımda şaşkın yüzü görüş alanıma girdi. Yanakları hafif kızarmış ağzı bir miktar açık kalmıştı.

Çenemi omzuna yerleştirdiğime nefesini tuttu. Küçük kahkaha patlattığımda sorar gözlerle bana yan bakış attı. Yüzlerimiz arasındaki mesafe odağını hızla değiştirmesine neden olmuştu "Pelin..." Fısıltıyla konuştuğumda ürkek bakışları benimle birleşti "Gördüğün her nesnenin, canlının resmini çektin. Ama bi' şeyi unuttun. O makinen resmetmesi gereken en önemli fotoğraftan mahrum kalacak." Yüzüne doğru yaklaştığımda zorlukla yutkunurken gözleri fal taşı gibi açıldı.

Yüzlerimiz arasında çok az mesafe kaldığında gözlerini kapattı "Üzgünüm, fotoğraf koleksiyonunun en önemli parçası benim telefonumda olacak." Yüzüne düşen saçını kulağının ardına ittim "İzin ta kendisi bende ölümsüzleşecek." Dudaklarımı yanaklarına dokundurdum telefonumun tuşuna basarken. Vücudu mümkünmüş gibi daha da gerildiğinde dudaklarımı yanağının küçük kısmında hareket ettirdim. Kanım damarlarımda kol geziyordu "Dudaklarıma Pelin'in izi bulaşacak." Yanağına sıcak öpücük bıraktığımda heyecandan titreyen elimle bir kare daha tuşa bastım.

Geriye çekildiğimde donuk şekilde yüzüme bakıyordu "Bana iyi geliyorsun, Pelin." Ağzı aralık kalmış gözleri mümkünmüş gibi daha da büyümüştü "Etkileniyorum kelimesi hafif kalır yanında." Karşımda dururken titreyen bir daldan farkı yoktu "Bu şehire ayak basarken bunu hesaba katmamıştım. Hesapsızca girdin hayatıma. Aniden. Ama ne güzel geldin, Pelin. Beklemediğim anda tanıdığım yabancı kelimesini anlamlandırdın. Öğrendim ki tanımak bazen anlamaktır."

Eylül /Kısa hikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin