On Beş

311 7 24
                                    

İyi insanların kaderi hep kötü yazgılarla doludur. Bunu anlamak benim için çok zor olmuştu. Belli bir yaşa kadar, pamuklar içinde bir yaşamım vardı.

Belli bir yaşa kadar tabii, ailemin hâlâ yanımda olduğu o güzel zamanlarda kalmıştı.
Sonrasında bir sabah uyanmış ve büyümek zorunda kalmıştım. Ortaokula giden bir erkek kardeşim vardı, üniversiteyi daha yeni kazanmıştım.

Hem çalışmak, hem okumak zorunda kalmıştım. Kardeşime bakmam gerekiyordu. Ben, ailemin cenaze gününde bile kardeşimin ağlamasını dindirmeye çalışmaktan ağlayamamıştım.

O günden sonra tek dayanağım olmuştu, bunun o da farkındaydı. Şu an ise o tek dayanağımın şehir dışında okuduğu üniversitesiden döndüğü gündü.

İşten bir günlük izin almıştım, en sevdiği yemekleri pişiriyordum. Havaalanına almaya Dursun gitmişti, o da izinliydi.

Mert gelince, izin alırdık ikimizde. Dursun benim çocukluk arkadaşımdı, zamanında çok destek olmuştu bize. Benim için sırtımı her zamam dayayabileceğim o güven dolu biriydi. Kardeşim içinse bir abi, bir baba görevi görüyordu.

Tepsiyi fırından çıkarırken zil çaldı. Gülümseyerek kapıyı açtım.
"BEBEĞİM!"

"BAL BÖCEĞİM!"

Kocaman sarılırken homurdanmasını işittim. "Bal böceğim ne ya? Sen aşko kuşkoluğu ne zaman bırakacaksın bebeğim?"

Kıkırdayarak kafasını ittirdim. "Sende seviyorsun, bilmediğimi sanma!"

Beni kolunun altına alıp içeri girdi. "Evimi çok özlemişim. Kyk bir tık şeydi, zulüm!"

Kendini koltuğa atmaya hazırlanıyordu ki durdu. Dursun ayakkabıları dolaba yerleştirip peşimizden henüz gelmişti ki arkasını dönüp sevinçle bağırdı.

"İDDİA'YI KAZANDIM! KAZANDIM! KAZANDIM DA KAZANDIM. SÖKÜL ŞİMDİ BEŞ YÜZÜ!"

Dursun şaşkınlıkla bana baktı. "BANA YAPMACAĞIM DEMİŞTİN!?"

Ne oluyor bu aşağılık evde!?

"Neyi? Ne oluyor?"

"Arap tavası! Yapmayacağım evde süt kalmamış demiştin!"

"E aldım?" Gayet normal bir tepki verdiğimi düşünüyordum ki Mert gelip alnımı öptü. "Canım ablam, benim en sevdiğim yemeği yapar Dursun efendiiiii! Ver paramı ver!"

İddiaya mı girmişlerdi? Hemde yapacağım yemek üzerinden?
"Meryem, senin yüzünden oğlumun rızkını bu velede yediriyorum!"

Kollarımı göğsümde bağlayıp savunma moduma girdim. "Girme efendim iddiaya sende? Ver bakayım kardeşimin parasını!"

Söylenerek cüzdanından parayı çıkarıyordu ki bir anda duraksadı. "Lan mutfağa bile girmedin! Nereden biliyorsun?"

"Buram buram kokuyor ev çünkü. Yeni fırından çıktı değil mi? Hadi hemen yiyelim, tabii önce param."

Mert zebellak gibi başında beklemeye başlamıştı ki hırsla cüzdandan parayı çıkardı.
"Oh, bereket versin. Enayi parası!"

Dursun Mert'in götüne vurup onu mutfağa itti. "Geç hele bir yemek yiyelim, yol yorgunusun. Sonra hesabını soracağım bu lafların!"

Mert, biraz sulu bir çocuktu. Yalnızca sevdiği insanların yanında, istediği gibi konuşur ve istediğini yapardı.
Bu yüzden pek kızmazdık, sadece bize karşı bu cıvık tavrı takınırdı.

Bir defasında, kendisi gibi davranınca insanların onu kabul görmediğinden bahsetmişti, annem ve babam yeni ölmüştü. İstemsizce karamsar bir çocuk olarak büyümüştü, bunu örtmek için mizah maskesi takardı. Zamanla bu maske gerçek karakterine oturmuş, öyle biri olmuştu. Belli bir yaşa gelince insanlar ondan ciddi olmasını beklemişti, ama o bunu bilmiyordu işte. Tüm gözyaşları kahkahasının arkasındaydı, kahkahası susarsa nasıl ağlamadan duracağını bilmiyordu.

İşte bu yüzden, o zamanlarda insanların yanında rol yaptığından bahsetmişti bana. Onlar beni nasıl görmek istiyorlarsa o oluyorum, demişti. Bu cümlesine bir hafta ağlamıştım.

Bu yüzden bizim yanımızda ne yaparsa yapsın, affedilirdi. Çünkü bizim gözümüzde hâlâ bir çocuktu, 12 yaşındaki o ufak oğlan çocuğu. Kahvaltının hazır olmasını heyecanla bekleyen, çünkü sonunda mahalle maçına katılacak olan o çocuk. O kahvaltı, o gün hazırlanamamıştı o ayrı bir konuydu...
Eh, bunu suistimal etmiyor da değildi hani, hep çocuk kalışını çok iyi kullanırdı.

Masaya geçtiğimizde Mert heyecanla dönem içinde yaşadıklarını anlatmaya başlamıştı.
"Sonra Ozan geldi bir girdi amfiye böyle mal gibi kaldı hoca."

"Niye ki?"

"Bir önceki ders ters düştüler bunlar, Ozan geç kalıyor diye. Hoca da işte tek bir sefer daha geç kalırsan seni dersten bırakırım falan diyince Ozan bir sus pus olmuştu. Ertesi derse Ozan dekanla gelmiş manyak. Bizi şahit gösterip profesörden şikayetçi oldu dekana karşı. Kanunen beni tehdit etmiştir hocam, diyor. Bu çocuğun hukuk okuması bize zulüm oluyor bakın!"

Ozan, Mert'in en yakın arkadaşıydı. Birkaç kez görüntülü konuşurken sohbetimize katılmıştı.
Aşırı kafa bir çocuktu, hakkını ezdirmiyordu ama bunda bile  eğleniyordu işte. Sivaslıydı, bir defasında beni de davet ettiğini hatırlıyordum.

Ah o gün Mert ile kavga etmişlerdi, çünkü arkadaşının bana sulandığını iddia etmişti. Neyse ki aralarındaki sorunu çözmüşlerdi.

"Ozanı da getirseydin ya İzmir'e?"

"Dedim de, önce bir annemleri göreyim yazın ortalarına doğru tatil niyetine gelirim dedi. Bizim evde kalacak abla, sorun olur mu?"

Omuz silktim, "olmaz bal böceğim, odama girmediği müddetçe sıkıntı olmaz."

"Yok yok, girmez. Zaten öldürürüm onu, biliyor bunu o da."

Ben gülerken Dursun yine kafasına şaplak attı. "Ablanın kısmetini kapama ulan!"

"Kapayacağım kardeşim, hayırdır? Bir sorun mu vardı?"

"Belki ablan birine aşık?"

Zorlukla lokmamı yutup ikisine baktım. Dursun gayet ciddi duruyordu. Bu soruyu öyle, makarasına sormamıştı.

Mert'in tepkisini ölçmeye çalıştığının bilincindeydim.

Mert önce duraksadı, sonra bir süre bana baktı.
"Yani, istemezdim. Belki hiç kabul de etmem ama saygı duyarım en azından. Mutluluğu için çabalarım."

Bakışlarımı çay bardağıma indirip onu dudaklarıma götürürken Mert cümlesine devam etti, "gerçekten saygı duyarım. O yüzden söyle, kime aşıksın?"

Aniden öksürmeye başladım. Ne? Neden bahsediyordu?

Lütfen yorum ve oy 💜

Hemşirenin ŞarkısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin