One for the Money, Two for the Show

510 58 48
                                    

Amerikan Rüyası, nerede doğduğu veya hangi sınıfa ait olduğu fark etmeksizin herkesin toplumda kendi başarısını elde edebileceği inancıdır. Amerikan Rüyasına göre eğer çok çalışırsanız özgürlük ve eşitlik elde edersiniz, kişinin hayatını etkileyen kararları alabilmesi, daha iyi şeylere talip olma ve bunları elde etme imkânı, zenginlik ve şöhret, onurlu bir yaşam sürme fırsatı sunar.

Bir Amerikan Rüyası içindeydim fakat benim rüyam biraz farklıydı. Sürekli yolda olmak gibiydi, uçsuz bucaksız, açık bir yol. Kafamın içinde bitmek bilmeyen bir savaş vardı. Hep bir şüphe, korku ve kaygıyla yaşamak nasıldır bilirsiniz, dışarıya gösterdiğim coşkulu gülücüklerin ardında sürekli yolda olan bir tutsağın olması nasıldır sizce? Babam her zaman bende şeytan tüyü olduğunu söylerdi, bir şekilde hayatta kalmayı başarırsın. Evet, sanırım haklıydı. Sürekli yolda olmak ve bir şekilde hayatta kalmak. Bende şeytan tüyü olmasaydı belki de Chanyeolle hiç tanışmazdım. Chanyeol yolda mola verdiğim küçük bir sahil kasabası gibiydi, denize açılan dar sokaklardan geçip muhteşem İtalyan mimarisiyle yapılan binaların arasından geçmekti. Dinlenmekti, elimdeki likörle kirazlarımı yerken şezlongta uzanmak gibi huzur vericiydi.

"Formula 1," dedi Sehun. Babam Formula 1 yarışlarına gitmek için canını verirdi ama asla gidememiş her zaman televizyondan izlemiştik. Bir çocuğun küçüklüğünden beri karşısındaki kişiyi öyle kudretli bir istekle görmesi onda da aynı isteği uyandırırdı. Şimdi artık öyle bir imkanım vardı, Chanyeol benim için yarışlara bilet almıştı. Heyecanla yerimden kalkıp hala uyuyan adamın yatak odasına koştum. Çoktan uyanmış, yatakta dönüp duruyordu. Coşkuyla açtığı kollarına atladım. "Günaydın güzellik."

"Gerçekten yaptın mı? Bilet aldın mı? Gidecek miyiz?" Sevinçle sorularıma başladığımda kıkırdadı. Gözleri şişmiş, uyku sersemliğini üstünden atamamış halde gözlerini ovuyordu.

"Evet bebeğim," diyerek yatakta beni altına alarak gıdıklamaya başladı. Dört direkli yatağın içinde bembeyaz çarşafları buruşturuyorduk. Güneş ışınları pencereden içeri giriyor eşyaların şeklini parkelere çiziyor, hafif esen meltem beyaz tül perdeleri uçuşturuyordu. Gıdıklamaları arasında çığlık atarcasına yakasını yakalayıp öpmüştüm onu. "Teşekkür ederim."

Beni gıdıklamaya devam etti, birkaç öpücüklü boğuşmadan sonra kalktı ve tuvalete gitti. Onu beklerken dağılan çarşafları düzelttim ve yatağı topladım. Midem hâlâ bulanıyordu, dün ne kadar içmiştim bilmiyorum ama bir hayli olmalı ki midem kaynıyordu.

Tuvaletin kapısının orda diş fırçasıyla belirdi. "Dün epey içtik sanırım, neler oldu?"

"Bilmem," diyerek omuz silktim. "Hatırlamıyorum."

Dişlerini fırçalamaya devam ederken düşünür gibi pencerelere doğru baktı ve hatırlamış gibi bana döndü. "Dün hayatımda duyduğum en güzel şarkıyı söyledin."

"Nee, ben mi, şarkı mı söyledim?"

"Evet evet, ben piyano çalmaya başlamıştım sen de yanıma oturdun. Birden şarkı söylemeye başlayınca sana ayak uydurdum. Çok kısa bir şeydi zaten sonra ağlamaya başladın."

"Onu da mı hatırlıyorsun?" Utançla yatağa attım kendimi o ise tuvalete tekrar girip ağzını çalkalama işlemini sürdürdü. İşini bitirince yanıma geldi ve ferah nefesini yüzüme yüzüme vururken yataktan kaldırdı. "Evet çiçeğim, Quin'i gördüğünü ve korktuğunu söyledin."

Üzülerek gözlerine bakamazken dudaklarımı büzmüştüm. "Neden söylemediğini sorduğumda sen üzülürsün diye dedin." Avuç içiyle yanağımı tuttuğunda parlak yaseminlerini yakalamıştım. Beni delerek kaçmama izin vermiyordu.

Welcome to Las Vegas || ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin