Oraya varana kadar yaklaşık bir buçuk saatlik bur yolumuz vardı. Hiç bu kadar yüksekten uçtuğum söylenemezdi doğrusu ama fark edilmemek istiyorsak yüksekten uçmamız şarttı.
Vardığımızda sisin arasından görünen şeyler bir minibüs, kapı ve birkaç adam silüetiydi.
Kulağımızda telsiz vardı, yapacağımız ilk şeyi bize patron söyleyecekti.
Başımızdaki kıdemli yüksek sesle patrondan talimatı aldı ve bize seslendi,
"İlk olarak yanınızdaki genç adam aşağı inecek, sis bombası görünmemizi engelleyecek, böylece hepimiz aşağı ineceğiz. Anlamayan?"
"Yok efendim!"
Yanımdaki kim olduğunu bilmediğim ama ajan olduğundan emin olduğum adam halatla aşağı indi ve inmesiyle sis bombasını patlatması bir oldu, kapıdaki görevliler hiçbir şey görmese bile havaya ateş açmaya başladılar ve çatışma iki cesetle sonlandı.
"İnebilirsiniz."
Bunu duyduğumda Roseanne'ye döndüm ve gülümsedim. "Eve dönünce sözümü tutacağım."
Belli belirsiz gülümsedi, önce ben inecektim.
Sis bombasının süresinden faydalanarak helikopter daha da aşağı indi ve alttaki kapı açıldı. Ekipmanları taktım ve aşağı inmeye başladım, bana hala bu bir askeri görevmiş hissi veriyordu.
Aşağı indiğimde William'ın -daha sonra aşağıdaki ajanın isminin William olduğunu öğrendim- yanına koştum ve belimdeki silahı çıkartıp endişeyle yukarıdakileri beklemeye başladım.
Herkes indiğinde birlikte sıra halinde içeri girdik, patronun da söylediği gibi erken saatte gelmemiz işe yaramıştı, içeride pek kişi yoktu.
Kendimi bilgisayar oyununda giibi hissediyordum, birini görürsem vurmak zorundayım.
İçeri ilerlerken Roseanne'yi arkamda tutmaya özen gösteriyordum.
Birden bir silah patlamasıyla yere eğildik. Gelen bir grup silahlı adam buraya yaklaşıyordu. Yandaki demir kutunun arkasına geçip beklemeye başladık, yaklaştıkları seslerden belli oluyordu. Roseanne kulağıma yaklaştı,
"Ne yapacağız?""Büyük ihtimal çatışma çıkar, dikkat et."
Kafasını sallayıp önüne döndü.
Telsizden komut geldi, "Şimdi!"
Biz dahil bizim tarafımızdaki herkes aynı anda ateş etmeye başladı, onların bizden kalabalık olması ellerinde koz olacağı için sayılarını azaltmaya çalışıyorduk.
Çatışma sonunda yaklaşık beş kişi kaldıklarında, kutunun arkasından çıktık.
"Manobal!" diye bağırdı uzun saçlı, iri bir adam.
"Bu o!"
Bu sefer onlar kamuflaj için saklanmaya yer arıyorlarken başımızdaki ajan birinin yakasından tutup yere yatırdı. Diğerleri kaçmaya çalışırken gözüme takılan o adamın peşinden koşmaya başladım. Diğerlerinden ayrılmamam gerekliydi, fakat o aradığım adam ise onu yakalamam gerekiyordu.
Peşinden üç el ateş ettim, birisi bacağına saplandı ve yere düştü.
Yakasından tutup ters çevirdim, "Kimsin sen?"
Hızlıca nefes alıp verirken öfkeli bakışlarla bana bakıyordu.
"Sensin! Biliyorum. Babanın bıraktığı tek şey."
Anlamamıştım, bu adam o olabilirdi. Ama neden büyük bir çetenin lideri birden öne atlasın ki?
En iyisini yapıp telsizden William'ı çağırdım.
"Bu pezenenk sadece sizi dinler gibi görünüyor, getiriyorum."
Yanlarına gittiğimde etraf boştu, herkes aynı anda bana doğru döndü.
"Bu muymuş?""Bilgi sahibi gibi, açık veriyor."
Yanıma gelip adamı aldı.
...
Bu şekilde içeri doğru ilerliyor iken Roseanne koluma sarıldı ve "Umarım herkesi kolay buluruz." diye fısıldadı.
"Umarım." dedim ve binanın içerisine giriş yaptık.
"Ayrılalım, bu bina üç katlı, üçümüz de bir katı alırsak çabuk biter."
Kafamı salladım ama Roseanne'yi bırakmak istediğimden pek emin değildim.
Katlara dağıldık, ikinci kattan ben sorumluydum ve burası kutularla dolu geniş bir alandı. İçeride görünür pek kişi olmasa da, arkası dönük bir şekilde koktukta oturan bir adam vardı.
"Gel Manobal."
Beni tanıyan bir kişi daha, buralarda ünlü olmalıyım.
Tetiği çekip ona doğru doğrulttum, cevap vermeye hiç niyetim yoktu.
"Acelecisin. Daha geç bekliyorduk seni."
Bana doğru dönmeden ayağa kalktı. "Babanın olayını bilmeden buraya gelmen yanlış olurdu. Demek açık verdik, öyle mi?"
Yüzünü döndü. Bir açık verir de konuşur diye hala tetikte bekliyordum ama ateşlemiyordum.
"Sen, insan mı öldüreceksin? Sen, beni mi-"
Ayağına sıktığım anda sesi kesildi ve yerine bir bağırtı yerleşti.
İri yarı, biraz yaşlı bir adamdı. Lens olduğunu düşündüğüm mavi gözleri vardı, eminim hiç mavi gözlü Koreli görmemişsinizdir.
"Akıllısın, lafı uzatmaycağım. Yanında getirdiğin o ince çakma sarışın kız, evdeyken de yanındaydı."
Silahtan birkaç santim kafamı kaldırdım, Roseanne'ye konuyu bağlaması ilginçti.
"Onun konuyla alakası yok, ne diyeceksen söyle de veda et şu boktan hayatına artık."
Sırıttı, "Babanı tanıyorum, senin kadar zeki bir adam değil. Aptalın teki."
Buna sinirleneceğimi düşünmüş olmalı ki gözümün içinde bir tepki arayarak bakıyordu, fakat unuttuğu bir şey varsa o da benim onunla aynı düşünceye sahip olmamdı. Babam aptalın tekiydi.
Silahı bu sefer kendimden emin bir şekilde tuttum, bu herif beni oyalıyordu. Bir şey söyleyeceği yoktu.
Tetiği tam çekip ateşledim.
İkinci katta ondan başka birisi olduğunu düşünmüyordum ama yine de ilerlemeye devam ettim, korumaları olabilirdi.
Cam kenarına hafifçe yaklaştım. Yanda iki ceset, içi boş bir tüfekten başka hiçbir şey yoktu.
Telsizi ağzıma yaklaştırdım,
"İkinci kat şuan temiz."
Sessizlik içerisinde koridora doğru ilerlerken üst kattan çatışma sesleri geldi. Üçüncü kat Roseanne'ye aitti.
"Üçüncü kat, destek lazım mı?"
dedim, birkaç saniye bekledikten sonra yukarı çıkmaya başladım. Ben tam merdivenlere çıktığımda ses kesildi. Hızlıca üst kata çıkıp etrafa bakındım, "Roseanne!"
"Burdayım."
Sesi nefes nefese ve az geliyordu, ayağımın dibinde yere oturmuş, soluklanmaya çalışırken buldum.
"İyi misin?" dedim kolundan tutup kaldırmaya çalışarak.
"İyiyim, sorun değil."
Kolumdan tuttu ve birlikte aşağı doğru yola çıktık. Aynı zamanda etraftan gelebilme ihtimali olan adamlar için silahım tetikteydi.
Birlikte ilk kata yavaşça girdik, etrafta ne William ne de herhangi birisi vardı.
"William, ses ver." dedim telsize doğru sessizce.
"Kolonların arkasındayım, gelin." dedi.
Yavaşça kolonun yanına yaklaştım, William oradaydı.
"Çıkalım." dedi, "Son bir temizleme için patrondan talimat bekleyeceğiz."
Birlikte yavaşça diken üstünde binadan ayrıldık.
Helikopterin yanında beklemeye başladık. En sonunda telsizden bir ses geldi,
"Binayı ve çevresini patlatacağız, oradan ayrılın."
Hep birlikte helikoptere bindik, yeterince hızlı olmaya çalışıyorduk bu yüzden birbirimizi görmüyorduk bike, bütün eşyaları alıp binmek yeterince heyecanlı ve zordu. Oturaklardan birine oturdum ve bir nefes verdim.
"Kalkmalıyız!" dedi William pilota bağırarak. Helikopter hafifçe pervanesini açtı. Fakat bir şey..
Roseanne hâlâ binmemişti.
"Durun!" dedim hızlıca bağırarak, "Roseanne hâlâ orada!"
Kapıdan aşağı baktım, "Roseanne! Hemen bin!"
Elini tutup çektim, tam binecekken helikopter hareket etti fakat Roseanne'yi hâlâ tutuyordum, yüzündeki endişe beni korkutuyordu.
"Durun dedim!"
Pilot bağırmaya başladı,
"Duramayız! Çabuk çek!"
Roseanne'yi olabildiğince sıkı tutuyordum, neredeyse ağlayacaktım.
Bu yaşına kadar hiç ağlamayan ben, bu okay yüzünden bir çocuk gibi çığlıklar içerisinde ağlayabilirdim. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
"Sıkı tutun!" diye bağırdım ve kendime doğru çekmeye devam ettim. Helikopter havaya hareket etmeye devam ediyordu.
Elimde derman kalmamıştı, artık çok zor tutuyordum. "Yardım etsene!" diye dolu gözlerle bağırdım William'a.
Elimden destek vermeye çalışıyordu.
"Patlatmaya son 10! Çabuk çıkın yukarı!" dedi telsizden bir ses.
Midem bulanmaya başlamıştı, endişeden ağlamaya başladım. "Roseanne! Lütfen gelmeye çalış!"
"6 saniye!"
Ellerim tutamaz hale gelmişti, Roseanne can havliyle kolumdaki elbiseden çekiyordu. "Bırakma! Lalisa!"
Ellerim bana karşı çıkıyorcasına yoruluyordu.
"3!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
secret mission ; chaelisa
FanfictionSiyah rengi bir kadına ancak bu kadar yakışabilirdi.