Yürümekten ayaklarıma kara sular inerken önümdeki çocuğu takip etmek zorunda olduğumu biliyordum. Benden kat kat daha uzun ve iriydi. Ayrıca kaçsam bile başıma ne geleceğini bilmiyordum çünkü bir ormandaydım! Etrafta ağaçlar ve çiçeklerden başka bir şey gözükmüyordu. Arada bir kuş ve maymun sesleri duyuyorduk ama yürümeye devam ediyorduk.
"Kaybolmadığımızdan emin misin?" beni Ana Kule'ye götüreceğini söylemişti ama hâla yürüyorduk. Çocuk bana başka bir şey söylememişti ama kaçmam dahilinde olacakları gözlerinden anlamıştım zaten.
Bana dönüp kısa bir bakış attı ama yine önüne dönüp devam etti. Ben sinirle homurdanırken o önümüzde çıkan taş patikadan yürümeye başladı. Daha sonra yavaş tempoda koşmaya başladı ama onun bir adımı benim uç adımıma eşit olduğu için nefes nefese peşinden devam ediyordum.
Olanlar aklıma yeni yeni gelmeye başlamıştı. Biz saldırıya uğramıştık! Aysel Hoca bizi korumaya çalışmıştı, bunu gözlerinden anlamıştık, ama Barış Askerleri bizi yakalamıştı. Bize yaptıklarını asla unutmayacaktım! Ve başkan! Ondan ölesiye nefret ediyordum!Arkadaşlarım zarar görmüşlerdi ve birbirimizden ayrılmıştık. Ve Lance. Ah Lance, nerelerdesin? Şu an aramızda en bilgili olan oydu ve ona ihtiyacım vardı.
Bir anda esen rüzgar beni ürpertmişti ancak estiği gibi hızla durmuştu. Önümdeki çocuk geldik dediğinde başımı yerden kaldırdım ve karşıma baktım.
5 katlı büyük beyaz bir binaydı. Etrafında aynalı camlar vardı ve güneş enerjisi kullanılıyordu. Dışında işlemeler ve oymalar vardı. En üst katında ne olduğunu anlamadığım şeyler vardı. Bina o kadar büyüktü ki arka kısmını göremiyordum. Bahçesinde bazı kişiler antreman yapıyordu. Ve işin tuhafı onların da değişik güçleri vardı.
Önümdeki dev yürümeye devam edince peşinden gittim. Bahçeye girdiğimizde bir kaç kişi dönüp bize baktı ancak dev onlara aldırmadan yürümeye devam etti. İçeri girdiğimizde önce büyükçe bir salondan geçtik. Her yer bilmediğim bir teknolojiyle doluydu. Merdivenlerden hızla çıkıp en üst kata çıktık ve uzun bir koridordan geçtik. Büyükçe bir kapının önünde durduğumuzda dev bana çok bilmiş bir bakış attı ve "İçeri gir." dedi. Onu umursamamaya çalışarak önümdeki safir kapıya baktım. Buranın da üzerinde işlemeler vardı.
Elimi kapıya uzattığımda göğsümde bir şey hissettim. İşte yine oluyordu. Okuldayken, barış askerlerinden hemen önce de olmuştu. Ancak o zaman tehlike çanları çalıyordu. Bu sefer daha durgun, daha iyi bir histi. Yine de tereddüt ettim ve ekimi geri çektim.
Yanımdaki dev "Neden durdun?" diye sinirle sordu. Dev lakabı ona yakışmıştı. Hah!
Bir adım geri çekildim ve kısık gözlerle ona baktım. "İçeride ne var?""Tanışman gereken biri."
"Bana ne yapacaksın? Neden buraya geldim? Sabahtan beri soruyorum ama yokmuşum gibi davranıyorsun! Bana bir açıklama yapmadığın sürece içeri girmiyorum!" biraz geriye gittim ve karşımdaki devin şaşkınlığından yararlanarak koşmaya başladım. Geldiğimiz yoldan merdivenlere dönerken arkamdan "Yakalayın kızı!" diye bağırdığını duydum. Ölüm fermanımı imzalamıştım! Lanet girsin!
Merdivenlerden hızla inerken önüme çıkan iki adama baktım. "Siktir!" Adamlar sadece adam değildi, sırtlarından uzanan kanatları vardı. Kanatları. Vardı.
Merdiveni kapattıklarında arkama döndüm. Biraz yukarımda o dev vardı. Ve onun da kanatları vardı. Halüsinasyon görüyor olmalıydım.
Yapacak hiçbir şey olmadığı için merdiven trabzanlarına çıktım ve çığlıklar eşliğinde aşağı, en alt kata kaydım. Bu sırada dev "Bir kızı yakalayamıyorsunuz!" diye bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
Fantasy"Kaçtık, kaçırıldık, yakalandık, öldürüldük, öldürdük, bıçaklandık, kör olduk, savaştık, güçlerimizi kullandık, devrim yaptık. Ama bütün bunlar içinde doğru yaptığım tek şey sana aşık olmaktı Endre Morai." ------------------------- Lucia ve arkadaşl...