Lance bizi ormanda bulduğunda içim rahatlamıştı. Ancak şimdi kızların endişesini gördükçe benim de huzursuzluğum artıyordu. Yaklaşık yarım saattir yürüyorduk. O önden gidiyordu ve bizde onu takip ediyorduk. Bizi geldiğimiz yolun tersine, patikanın dışına götürmüştü. Bu kadar yoldan sonra geri dönme imkanımız da yoktu zaten.
Lance'ye bu kıyafetlerle yetişmek zordu, her yerde ağaçlar ve bitkiler vardı. Hayatımda ilk kez bu kadar ağacı bir arada görüyordum. Bir yerlerden böcek çıkması ise an meselesiydi ve beni en çok bu rahatsız ediyordu.
"Daha ne kadar yolumuz var?" Afrodit ayağındaki topuklularla yürümekte patikadan çıktığımızdan beri zorlanıyordu. Yerler toprak olduğu için ayakkabılarımızı çıkarmamıştık.
Lance başını hafifçe arkaya çevirdi ve Afrodit'i yavaşça süzdü. Yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Ona baktıktan sonra başını tekrar önüne döndürdü ve bir dalı önünden çekip yürümeye devam etti. "Geldik sayılır." dedi yavaşça.
Afrodit sinirle kaşlarını çatmıştı. Sessizce onu taklit ederek "Gildik siyilir." dedi. Milena ve ben gülerken Caitlin bize kaşlarını hafifçe çattı. Dudak hareketleriyle 'çok ayıp' dedi. Sanırım buranın ağırbaşlı kızı da oydu. Afrodit sadece omuz silkmekle yetindi.
Ağaçların arasından geçerken duyduğum bir hışırtı sesiyle durdum. "Bu da ne?" dedim. Ormandaydık ve ne çıkacağı kesin değildi.
Benim konuşmamla hepsi yerlerinde durdular. Hışırtı sesi ikinci kez gelince Lance yanıma geldi ve kolumdan tutup beni geri çekti. "Bekleyin." dedi.
Hışırtı sesi gittikçe yaklaşıyordu. Tam karşımdaki çalılıklar titreştiğinde hışırtıyı çıkaran şeyin geldiğini anlamıştım. Ben korkuyla geri geçilirken Lance öne çıktı ve "Hemen oradan çıkmazsan seni doğduğuna pişman ederim!" diye kükredi. Gerçekten çok otoriterdi ve korkmuştum. "Hemen!"
Hışırtı durdu ve içindeki şey yaşlı sesiyle "Lütfen efendim, lütfen zarar vermeyin." dedi.
Lance hafifçe çalılıklara yaklaştı ve tereddütle "Dorgo?" diye sordu.
Çalılıklar bir kez daha titreşti ve içinden çok ufak bir şey çıktı. Bahçe cücelerine benziyordu. Kulakları uzundu ve üzerinde yeşil-kahverengi bir takım elbise vardı.
"Bu şey de ne böyle?" Afrodit korkudan Milena'ya sarılmıştı.
Küçük, kısa boylu şey konuştu "E-efendim ben..." doğrudan Lance'yle konuşuyordu.
"Dorgo, burada ne işin var? Rijena'da olman gerek!" Lance karşısındaki şeye kızıyordu. Ama şaşkındı da.
"B-ben, siz gelmediniz, ve... Ve bir güç hissettim..."
"Çünkü ormanda bir değil birden fazla güç var." Lance artık onu iyice azarlıyordu. Dorgo ise ellerini önünde birleştirmiş parmaklarıyla oynuyordu. "Dorgo, Çaylak Tanrıça'yla tanış." Lance Dorgo'yla aramızdan çekildi ve beni ona gösterdi. Dorgo yavaşça başını kaldırdı ve "Yüce Tanrı'm! Demek doğruymuş!" dedi.
Dorgo bana şaşkın bir şekilde dik dik bakıyordu. Huzursuz olmuştum ve yerimde kıpırdandım. Lance "Haydi, gitmemiz gerek." dedi.
Lance önden giderken Dorgo küçük ayaklarının el verdiğince hızlı gidip ona yetişmeye çalışıyordu.
En sonunda Lance durduğunda aynı anda hem rahatlamış hem de korkmuştum. Dorgo gibi bir şeyin gerçek olması mümkün müydü? Ayrıca Rijena da neydi?
"Bayanlar, Rijena'ya hoş geldiniz." dedi ve eliyle önümüzdeki çalıları çekti.
Vay be! Bu mükemmeldi! Karşımdaki malikane-tapınak karışımı büyük yere baktım. Etrafındaki duvar taştandı ve üzerinde işlemeler vardı. Okul kadar büyük değildi ama büyüklüğü normal bir evin iki katıydı. Etrafında heykeller vardı. Güneş ay ve yıldızlar oyma şeklinde duvarlara işlenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
Fantasy"Kaçtık, kaçırıldık, yakalandık, öldürüldük, öldürdük, bıçaklandık, kör olduk, savaştık, güçlerimizi kullandık, devrim yaptık. Ama bütün bunlar içinde doğru yaptığım tek şey sana aşık olmaktı Endre Morai." ------------------------- Lucia ve arkadaşl...