Safir -16- Gündüz Güneşi

147 30 28
                                    

Ayaklarımın altında ezilen kumlar beni huylandırıyordu. Toprağın kötü enerjiyi aldığı söylenirdi. Ben de ayakkabılarımı çıkarmış, patika yolda Endre'nin peşinden yürüyordum. Çıkardığım ayakkabıları elimde taşıyordum.

Endre ile Saray'dan çıktığımızda beni taşlı ve kumlu bir yola yönlendirmişti. Yolun kenarlarında mantarlar vardı. Belirli büyüklükleri olmayan mantarlar düzenli bir sırayla ekilmişlerdi. Parlıyor ve yanıp sönüyorlardı.

"Endre! Bu dekor mantarlar çok güzel, neden Saray'ın çevresine de yapımıyoruz?" Endre gözlerini kısıp bana 'ciddi misin' bakışı attı.

"Lucia. Onlar dekor değil." şaşkınca ona baktım. "Nasıl dekor değil?" elimle mantarları gösterdim ve "Yanıp sönüyorlar?" dedim.

Endre beni durdurdu ve bir mantarı gösterdi. Mantar önce küçüktü ve parlamıyordu. Bir süre sonra yavaşça büyümeye ve parlamaya başladı. Yaklaşık iki karış büyüklüğüne ulaştığında mantarın parlaklığına çekilen bir böcek mantarın altına girdi. Mantar bir anda söndü ve böceğin üstüne kapandı. Böceğin kabuğunun çıtırtıları gelirken mantar iyice küçüldü. Bu görüntü miğdemi bulandırmıştı.

"Dediğim gibi, onlar dekor değil, mantarlar böyle beslenir." Endre yürümeye devam ettiğinde hızlı adımlarla peşinden gittim.

"Bu gerçekten iğrençti." tiksindiğim için mantarlar hariç her yere bakıyordum. Bir daha mantar yemeyeceğim kesindi.

"Dünya'da mantarlar böyle değil mi?" Endre bana bakarak sormuştu. Mantarlarla gözgöze gelmektense Endre'ye bakmak daha iyidir diyerek ona döndüm.

"Hayır, böyle değiller." Dünya'yı düşünmek beni hüzünlendirmişti. Sahi, ailem ne yapıyordu?

Endre önündeki bir taşı ayağının ucuyla iteledi. Ellerini cebine soktu. "Söylesene, Dünya nasıl bir yer?"

Düşündüm. İyi değildi, kötü de değildi. "Yarısından çoğu denizlerle kaplı bir yer. Gezegenin yarısı yaz yaşarken diğer yarısı kış yaşıyor." Endre beni dikkatle dinliyordu. "Binlerce Tanrı'ya sahiplik ettiği hâlde herkes kendi Tanrı'sının doğru olduğunu düşünüyor. Yine de... Her şeye rağmen güzel bir yer. Tek bir Ay var." Heyecanla Endre'ye döndüm. "Güneşin batışı çok güzeldir mesela, yada bir dağın tepesinden kaymak. Binlerce ırk var, binlerce insan var. Örneğin ben Türk'üm."

Endre bir anda kolumu tuttuğunda ikimiz de yerimizde durduk. "Bir gün... Oraya gidebilir miyim?"

"Bir gün benimle oraya gelir misin?" Endre irileşmiş gözleriyle bana baktı.

"Gider miyiz?"

"Gideriz."

"Söz mü?"

"Söz." Endre'nin gözlerinin içi gülerken yürümeye devam ettik.

"Hey, aklıma gelmişken, ırk denen şey burada da var. Benim ailem İtalya diye bir şeymiş."

Söylediği şeye gülmüştüm. "İtalya değil, İtalyan." bir anda yerimde durdum. Köşeli jeton beynimde henüz yerini bulduğu için çarklar dönmeye şimdi başlamıştı. "Endre! Eğer ırklar burada da varsa, Türkler de vardır!"

Endre anlamayan gözlerle bana baktı. "Iı, evet?"

"Yani bana yardımcı olacak birileri vardır!"

Endre ensesini ovaladı. "2. Gezegende Türkler var. Oraya gidebiliriz."

Sevinçle Endre'ye sarıldım ve "Teşekkür ederim!" diye bağırdım. Endre şokun etkisinden çıkıp bana sarıldığında yaptığım şeyden dolayı mı yoksa Endre'nin bana sarılmasından dolayı mı bilmiyordum, ama yanaklarım kızarmıştı. Kendimi geri çektiğimde Endre kızardığımı görmesin diye başımı öne eğerek yürümeye başlamıştım.

SAFİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin