17.Bölüm:BÜYÜLÜ

284 24 33
                                    

"Sen beni öptün ve  ben senin kollarında iken hayatım boyunca inanmadığım  aşka  teslim oldum."


Kader bizim seçtiklerimiz mi yoksa seçemediklerimiz miydi? Eğer bizim tercihlerimiz geleceğimizi belirliyorsa o zaman neden kader kavramı ortaya atılmıştı? Eğer geleceğimiz belliyse neden bize tercih hakkı sunuluyordu o zaman ? 

Kader diye bir şey yoktu bence? Çünkü benim kendi yaptığım tercihlerim geleceğimi şekillendiriyordu. Ama kader kesinlikle değişmesi mümkün olmayan gelecek demek değil miydi? Eğer ben kendi tercihlerim ile geleceğimi değiştiriyorsam kader diye bir kavram neden vardı?

Yaptığım ne kadar doğru bilmiyorum ama artık bazı şeyleri sorgulamaya başlamıştım. Buna inancım da dahildi. Artık hiç bir şey mantıklı gelmiyordu. Benim gözümde artık her düşünce hatalı ve kusurluydu. Bugüne kadar doğru olarak inandığım her şey yalandı belki de?

Yıllardır tüm çevrem bana öldükten sonra iyi  insanların cennete, kötü olanların cehenneme   gideceğini söylemişti. (Kime göre iyi kime göre kötü Tanrıya  göre mi yoksa insanlara mı?)Ama bu doğru değildi. Ben ölmüştüm ama şuan ne  bir cennete ne de cehennemdeydim.  Ben şuanda bambaşka bir düzen ve bambaşka bir  hayattaydım. Belki de bir reenkarnasyon geçirmiştim. Ama reenkarnasyon ruh göçü demekti. Eğer reenkarnasyon geçirseydim ölmeden önceki bedenimde olmamam gerekirdi. O zaman reenkarnasyon da olmadığına emin olmuştum. Cennet değil ,cehennem değil, reenkarnasyon değil. O zaman bu yaşadıklarım neydi? 

Belki de araftaydım. İzlediğim bir filmde başrol adam trajik bir şekilde  ölüyordu. Öldükten sonrasında  sevapları ve günahları eşit olduğu için araf ismini verdikleri bir yerde bekleyerek. Yaptığı tercihler aracılığı ile cennete  gitmeye çalışıyordu. Belkide tüm olan buydu. O filmdeki adam gibi ben de ölmüştüm (ki bundan artık eminim) ve sevaplarım ile günahlarımdaki eşitlik sebebi ile arafta kalmıştım.  Araf'ta burası olmalıydı. Burada yaptığım tercihler sonucunda  ebedi sonum belli olacaktı. 

"Dilşah! " yüksek bir ses ile Cüneyt'in bana seslenmesi ile en sonunda kafamdaki düşünceleri bir süreliğine kovdum. 

"Efendim?" diye karşılık verdim. 

Sırtına aldığı heybesi ile karşı odadan çıkıp yanıma gelen Cüneyt'e bakmaya başladım. 

"Leyla oldun başıma bakarım da?"

"Leyla mı? Bu nereden çıktı?" diye sordum. ne demek istediğini anlamamıştım. 

Kapının önünde durmayı bırakıp yanıma gelip oturdu.

"Aşık gibi davranırsın da ona öyle dedim." 

Aşık olduğumu söylerken yüzünde bir öfke belirmişti. Yoksa başka birisine aşık olduğumu düşünüp kıskanmış mıydı? Yok artık daha neler. Aslında adamın alenen nikahlı  karısıydım kıskanması normaldi. Değil mi?

Yüzümdeki alaycı bir gülümseme ile: "Aşk mı? bana çok uzak bir kelime." dedim. 

"Aşka inanmaz mısın?" diye sordu. 

Aslan'ı platonik olarak sevmiştim. Ama aşk... Aşk bu kadar basit değildi gözümde.  Bana göre insan  hayatında bir kere aşık olurdu ve o aşkı hak edecek birisi ile olmadıysa da her şey boşuna giderdi. 

"Aşkın ne demek olduğunu bana gösterecek birisi ile karşılaşmadım bugüne kadar."

"Belki tanıştın da sen görmek istemessin." deyip ayağa kalktı. Ne demek istemişti şimdi?

AŞK-I FEVERAN (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin