18. Bölüm: KARA BÜYÜ

257 25 31
                                    

"Bu fani dünyada hiç bir şey büyülü değildir. Eğer bir şey büyülü gibi gözüküyorsa o yakında en büyük felaketinizin sebebi olacak kara büyünün sebebidir."


Batan güneşin gökyüzüne yaydığı turuncu rengi izlerken bir yandan de elimdeki çiçekleri  kokluyordum. Ah ne kadar da güzel bir gündü bugün. Güneş ayrı bir güzeldi. Çiçekler daha güzel kokuyordu... Sanki bir anda tüm dünyaya sihirli bir değnek değmiş ve her şeyi peri masallarındaki gibi yapmıştı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar sakin ve huzurlu bir gün geçirmiştim. Demek ki huzuru bulmak için ufacık bir sevinç bile insana yetiyormuş.Benim ufacık sevincimin sebebi de Cüneyt'di. Neden aptal aşıklar gibi davrandığımı bilmiyordum. Nedenini bilmesem de bu güzel his sonsuza kadar sürmeliydi.

Tüm gün aklımda olan tek şey Cüneyt'di. O öpücüğü ömrümün sonuna kadar unutamayacağıma o kadar  eminim ki. Bir insanın başına böylesi büyülü bir an pek gelmezdi. En azından şimdiye kadar benim başıma böylesine şairane bir olay gelmemişti. Ve böylesi bir olayı unutması için ancak hafızamın silinmesi gerekiyordu.

 Hasan'nın sesi ile en sonunda gerçek dünyaya dönebilmiştim. 

 "Dilşah yenge!"

 "Ne oldu Hasan?" diye içeri seslendim. benim sesimi duyan Hasan yanıma gelmişti.

 Karnını eli ile sıvazlayarak; "Yemeğimizi artık yesek olur mu? Çok acıktım." dedi. Onun bu hali ile aklıma Ege gelmişti. Ege'de aynı böyle yapardı karnı acıktığı zaman. Gülümseyerek Hasan'nın saçlarını okşadım. "Amcan gelince başlarız olur mu?" diye sordum. 

"Amcam bu vakite gelecek olsa çoktan gelirdi. Demek ki geç kalacak hadi yiyelim." 

 Hasan haklıydı. Cüneyt'in şimdiye kadar eve  çoktan gelmiş olması lazımdı.  Eve gelmediğine göre acaba yine  nerelerde iyilik melekliği yapıyordu?

 "Hadi Dilşah yenge yiyelim artık." diye kolumu çekiştiren Hasan'a daha fazla karşı koymayarak mutfağa yemekleri hazırlamaya  geçtim.

                                                                            *************** 

Hasan elindeki tahta oyuncak ile bir köşede oynarken ben de Cüneyt'i düşünüyordum. Ortalık iyice kararmıştı. Ama Cüneyt hala eve gelmemişti. Onun gecikmesi beni tedirgin etmeye başlamıştı. Bu vakite kadar neden eve gelmemişti ki?  Ya başına bir şey geldiyse. 

 Tamda bunları düşünürken kapı büyük bir gürültü ile çalmaya başladı. Ayağa hızla kalkıp kapıya yöneldim. Hasan'da hemen arkamdaydı. Kapıyı açmak için elimi kaldırmıştım ki Hasan kolumu tutarak beni engelledi. 

 "Ya gelen amcam değilse?"

 "Açmadan bunu bilemeyiz Hasan." 

 "Karşımızda Bizans itlerini görünce geri kapıyı yüzlerine kapamayı mı düşünüyorsun yenge?"

 Haklı sayılırdı. Ama haklı değildi. Hangi Bizans askeri kapı çalardı ki. Direk kapıyı kırardı onlar olsa. Ne de olsa onların bildiği tek şey buydu. Kırmak, yıkmak, zarar vermek. 

Bu şüphelerimiz kapının dışından gelen sesle yok olmuştu. 

 "Dilşah! Hasan! Açın benim." Bu Cüneyt'in sesiydi. 

Fazla zaman kaybetmeden hemen kapıyı açtım. Kapının açılması ile Cüneyt kolunla desteklediği adamı sürükleyerek içeri sokarak hemen girişte bulunan minderin üzerine adamı yatırdı.  Bu adamda kimdi? 

AŞK-I FEVERAN (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin