12. Bölüm

50.7K 2.8K 56
                                    

Herkese mutlu bayramlar!
Bu bölüm bayram şekeriniz olsun... ♥

Sabah çok erken saatte motorun çalışması ve teknenin hareketi ile uyanıyoruz. Marinaya ulaştığımızda nihayet Serkan kamaraya gelip eşyalarını toplamaya başlıyor. Konuya nasıl gireceğimi bilemiyorum, ama bir şekilde ona içimden geçenleri aktarmam gerektiğini hissediyorum. Tanık olduğu sahnenin benim isteğim ve kontrolüm dışında gerçekleştiğini anlatmalıyım. Ayrıca onu umursadığımı, onu kaybetmek istemediğimi hatta ona âşık olduğumu da... "Efe ilk uçakla İstanbul'a dönüyor. Biz de yarın döneceğiz bu arada sen de toparlanırsın," diyor kuru bir ses tonuyla. "Serkan ben..." diye başlıyorum ve dün geceye değinecek gücü toparlamak için derin bir nefes alıyorum. Ama daha konuşmaya başlamadan Serkan araya giriyor. "Boş ver Ela açıklamaya çalışma. Sen defalarca anlattın ama Efe'ye olan ilginin basit bir hoşlanmadan ibaret olduğu konusunda inatçı davranan bendim. Demek ki hayatta hiçbir şey zorlamakla olmuyormuş. Bundan sonra sana yaklaşımlarımda bunu hesaba katacağım."

Bu da ne demek oluyor şimdi? "Ne demek istiyorsun sen? Beni bir şeye zorladığın yok, seninle birlikte olmak isteyen bendim! Hâlâ da istiyorum!" "Evet, aynı zamanda Efe'yi de istiyorsun. Üzgünüm ama ben onun gibi açık görüşlü olamayacağım. O seni benimle paylaşma konusuna sıcak bakıyor olabilir ama ben karımın başka bir erkekle -özellikle de kuzenimle- düşüp kalkmasına göz yumabilecek karakterde biri değilim." "Düşüp kalkmak mı?" diye mırıldanıyorum şok olmuş bir biçimde. "Benim hakkımdaki düşüncen bu mu?" Sesim yükselmeye başlıyor. Dalga geçercesine gülüyor. "İnan bana Ela, senin hakkındaki düşüncemi duymak istemezsin." "Hayır istiyorum! Böylece beni ne kadar kolay gözden çıkardığını daha iyi kavramış olur senin için üzülmem. Çünkü eğer hakkımdaki düşüncelerin buysa senin için bir an bile pişmanlık duymayacağımdan emin olabilirsin!" "Ah sanki böyle bir ihtimal hiç olmuş gibi..." "Bu da ne demek oluyor?" derken ona saldırmamak için kendimi zor tutuyorum. Birkaç parça eşyasını çantaya rastgele atarken sinir bozucu bir rahatlıkla karşılık veriyor. "Lütfen Ela anlamıyormuş numarası yapma. En başından beri beni de duygularımı da zerre kadar umursamadın. Sürekli benden kaçmaya ve Efe'yi baştan çıkarmaya çalıştın. Bunlar kocasını kaybetmeyi umursayan bir kadının hareketleri değil, yanılıyor muyum? Şimdi bunun nedeni benmişim gibi gösterme." Haklı olduğunu biliyorum. Çok hata yaptım, düşüncesizce davrandım. Lütfen beni affet, diye kollarına atılsam bir şey değişir mi bilmiyorum. Yine de gururum bu kadar açık davranmama engel oluyor.

"Hiçbir şey bilmiyorsun! Sana göre son birkaç gündür aramızda yaşananlar bir yalandan ibaret. O halde Serkan, sorabilir miyim nasıl oluyor da bir yalanı yaşamaya bu denli istekli olabildin? Biliyor musun, benim ne düşündüğümün ya da hissettiğimin önemi olmadığını düşünüyorum. Tek umurunda olan beni elde etmekti ve bu uğurda ne yapman gerekiyorsa yaptın. İlgili ve sevgi dolu bir koca gibi davranman gerektiyse sen de rolüne uygun hareket ettin ama işin aslı sen de benden farklı değilsin! İkiyüzlü, çıkarcı ve sahtesin!" Serkan elini kaldırıp işaretparmağını doğrultarak bana doğru bir adım atıyor. Sıkılmış dişlerinden ve seğiren çenesinden kendini tutmakta ne denli zorlandığını anlayabiliyorum. Ama şaşırtıcı bir biçimde bir şeyler söylemekten vazgeçtiğini belli edercesine başını iki yana sallayıp çantasını aldığı gibi odadan çıkıyor. Yatağın üstüne çöküp başımı ellerimin arasına alırken düşünmeye çabalıyorum. Bundan sonra ne yapacağımı, nereye gideceğimi... Tek düşünebildiğim az önceki konuşmamız ve onun kapıdan çıkıp gidişi. Gözlerimden süzülen birkaç damla yaşı elimin tersi ile silerken öfkeyle fısıldıyorum. "Senin için gözyaşı dökmeyeceğim!"

Kendi kendime verdiğim sözlere sadık kalamadığım bir gerçek. Tıpkı ağlamayacağım dediğim halde son bir saattir gözlerimde yaş kalmayana kadar salya sümük ağlıyor oluşum gibi. Ne mi oldu? Aslında dünden bu yana hiçbir şey ve belki de çok şey! Anlamlı gelmiyor dediklerim değil mi? O halde dünden başlayarak anlatayım. Tekneden sonra odaya kapandım. Onu beklemeyeceğimi söyleyip durduysam da dışarı çıkıp hayatın içine karışacak enerjiyi de kendimde bulamadım. Akşam olup da karanlık bastırdığında onun döneceğine dair umutlarım da tükenmeye başladı. Gözde aradığında sabahtan beri tek lokma yemediğimi şaşırarak fark ettim. Kalkıp hazırlandım ve isteksizce ona katıldım. Neyse ki konu Serkan'dan çok Berrak üzerinde yoğunlaştı. Efe'nin Berrak ile ani dönüşü Gözde'yi şaşırttıysa da mutlu etmemişti, çünkü henüz Berrak'ın ağzının payını verememişti. "Ben de dönerim belki İstanbul'a..." dedi kolasından bir yudum alırken. "Bu tatilin tadı kaçtı. Hem zaten Serkan'la sen de aşk böcekleri gibi dolanıyorsunuz ortalıkta. Canım sıkılıyor. Sahi o nerde?" "Sandığın gibi aşk böcekleri değiliz demek ki, nerede olduğunu bilmediğime göre," dedim işi şakaya vurmaya çalışarak. Gözde şüphe ile beni süzüp, birkaç soru daha sorduktan sonra doğru dürüst cevap alamayacağını anlayarak işin peşini bıraktı. Kendimi yorgun hissettiğim bahanesiyle erkenden odaya döndüğümde "ne ekersen onu biçersin" sözünün ne denli doğru olduğunu acı bir şekilde öğrenmiş oldum. Serkan'a ait ne varsa ortadan yok olmuş, geriye bir post-it üzerinde yazılı kısacık bir not kalmıştı. "Daha fazla aynı ortamda kalmak istemiyorum, ben İstanbul'a dönüyorum. Not: Üzgünüm." Bütün gece gözümü kırpmadığım yetmiyormuş gibi bu sabah itibariyle ağlama krizine tekrar girmiş bulunmaktayım. Bir anda kendimi öylesine yalnız ve kapana kısılmış hissediyorum ki adeta nefes alamıyorum. Buradan bir an önce gitmeliyim, kalkıp eşyalarımı toparlamalı ve bulduğum ilk uçakta yer ayırtmalıyım, ama tek yapabildiğim ağlamak. Telefonum çaldığında kalbim büyük bir umut ve heyecanla atıyor. Tıpkı arayanın Gözde olduğunu gördüğümde neredeyse durma noktasına geldiği gibi. Çaresiz telefonu açıyorum, çünkü buradan tek başıma gidecek gücüm de, cesaretim de yok. "Ela iyi misin?" diye soruyor Gözde merakla sesimi duyar duymaz. "Hayır Gözde hiç iyi değilim, buraya gelebilir misin?"

Gözde bazı durumlarda insanı gerçekten çok şaşırtabiliyor. Olan biteni anlattığımda büyük bir olgunlukla karşıladı ve zaten St. Tropez'in can sıkıcı olmaya başladığını söyleyerek hemen uçak rezervasyonu işini ele aldı. Üzerime fazla gelmediği ya da beni sorulara boğmadığı için ona ne kadar minnettar olduğumu tahmin edersiniz. Eşyalarımızı toplamamızdan uçağa binmemize kadar geçen sürede rüyada daha doğrusu kâbusta gibiyim. Zaman bazı açılardan çok yavaş bazı açılardan çok hızlı ilerliyor. Burada bir dakika daha kalmaya tahammülüm yokken uçağa bindiğimde ise evde beni bekleyen bilinmezlik ürkütücü gelmeye başlıyor. Yolculuk hiç bitmesin istiyorum sanki... Şimdi kapının önünde durmuş zile basmadan önce kafamı ve enerjimi toplamaya çalışırken onun işten dönmüş olup olmadığını tahmin etmeye çalışıyorum ama hiçbir fikrim yok. Çünkü ben onunla ilgili hiçbir şeyi bilmiyorum! Evet onu tanımak için zerre kadar istek duymadım çaba sarf etmedim. Oysa şimdi tek istediğim onun yanından bir saniye olsun ayrılmamak. Yine de tüm olup bitenden sonra bu artık mümkün görünmüyor. O halde bu bir yıl nasıl geçecek? Onunla aramızda uçurumlar varken nasıl olup da yan yana duracağız? İçeri girdiğimde onunla karşılaştığımda bana nasıl davranacak? Ya peki ben ona nasıl davranacağım? Tüm bu sorular aklımı kurcalayadursun elimi kaldırıp isteksizce zile doğru uzanıyorum. Bundan kaçış olmadığının farkındayım. Özellikle post-it üzerine bıraktığı o notu okuduğumda hissettiğim derin hayal kırıklığı ve boşluktan sonra... Ona neler yaşattığımı, üstelik düğün gününde, daha iyi anlıyorum. Ve tabii tüm olanlara rağmen bana gösterdiği anlayış ve sevgiyi de... Kısacası sahip olduğumu fark etmediğim ancak yitirdikten sonra değerini anladığım tüm ayrıcalıkları... Zili çalıp kapının açılmasını beklerken ona koşup kollarına atılmak ve beni affedene kadar yüzlerce kez ondan özür dilemeyi geçiriyorum içimden. Belki de yaparım kim bilir? Hizmetçi kapıyı açtığında çekimser bir ifade ile gülümseyip çantamı uzatıyorum. İçeri girer girmez merakla etrafıma bakınıyorum ama evde hiçbir hareket olmadığını fark ediyorum. Kadın özür dileyerek bugün döneceğimi bilmedikleri için akşam yemeği hazırlanmadığını söylüyor. O zaman anlıyorum ki Serkan gelmeyecek. "Ee peki Serkan Bey?" diye soruyorum fazla bozuntuya vermemeye çalışarak. "İş gezisi için yurt dışına gideceğini belirtti, uzun bir süre dönmeyecekmiş." Bu iş gezisinin uydurulmuş bir bahane olduğunu tüm benliğimde hissediyorum ama asıl yaralayıcı olan uzun süre dönmeyeceğini öğrenmek... Hem de hizmetçiden! "Benim için bir şey hazırlamanıza gerek yok... Ailemin evinde yiyeceğim," diyorum kırılmış gururumun elverdiği ölçüde vakur bir şekilde. Şu an ihtiyacım olan tek şey ailemin yanında olmak ve belki de Esin'le konuşmak. Serkan konusunda ne yapacağıma sonra karar veririm. Odamda, yatağımda, örtünün altında yeterince uzun süre saklandıktan sonra. Keşke bir sene saklanabilsem...

Not: Seni SevmiyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin