Küçücük Bir Şans

301 22 0
                                    

"Pazar günlerinden nefret ediyorum," diye mırıldadı Ateş oturduğu koltuktan kalkarken. Saat öğleni çoktan geçmişti, televizyonda izlenecek hiçbir şey yoktu ve kulağı zilde, gözü telefonda beklemekten delirecek duruma gelmişti.

Sonunda beklemenin hiçbir işe yaramayacağını fark etti ve dışarı çıkmaya karar verdi. Biraz yürümek, vitrinlere göz atmak, belki biraz alışveriş yapmak... Bunlar zamanın olduğundan daha hızlı geçmesine yardım edebilirdi.

Apartmandan çıkmadan önce Emrah'a, Maya gelirse anahtarı ona vermesini ve hemen ardından da kendisini arayıp haber vermesini söyledi. Genç kapıcının meraklı bakışları ardından apartmandan ayrılırken aklındaki tek şey Maya'nın tekrar gelmeme ihtimaliydi. Bunu düşünmek bile istemiyordu ama bazen en çok korktuğunuz şeyler bir anda gerçek olabiliyordu.

Kafasında birbirinden korkunç senaryolarla ilerlerken, ayaklarının onu o büyük parka getirdiğini fark etti. Esra ile o büyük konuşmayı yaptıkları parka... O gece, restoranda bir hüsran olarak başlamıştı ama bu parkta her şey yoluna girmişti bir anda. Bu park, Ateş'e özel bir yer gibi görünüyordu. Elinde sade kahvesiyle parkta ilerlerken, bir anda aslında bu parkı neden sevdiğini anladı.

Esra'yla oturdukları ve her şeyin değişmesine sebep olan o konuşmayı yaptıkları o ahşap bank ona çok tanıdık geliyordu. Bank, hemen yanındaki devasa ağacın gölgesi altındaydı ve rüzgarda usulca sallanan dallar ve kıpırdayan yapraklar, bankın çevresini saran gölgeyi hareketlendiriyordu. Bu görüntüyü daha önce de görmüştü Ateş. Hem de defalarca...

Boş banka otururken gözlerini kapattı genç adam ve Ege Üniversitesi'nde, devasa binanın göz kamaştırıcı bahçesinde, favori ağacının altındaki favori bankında oturduğunu hayal etti. Anılar üşüşmeye başladı bir anda zihnine. Kendisine büyülenmiş gibi bakan mavi gözlerin sahibinin, aşık olduğu kadının dizine başını koymuş, öylece yatarken kıvırcık saçlarında dolanan ellerin, içindeki kıvılcımları ateşlediği anılar...

Saatlerce orada oturdu genç adam. Mayıs ayının rüzgarı yüzünü yalayıp geçer ve kıvırcık saçlarında dolanırken saatlerce orada oturdu. Telefonunun çalmadığı, Maya'nın gelmediği gerçeğinin bilinciyle saatlerin geçmesini bekledi. Sonunda hava kararmaya başladığında geri dönme vaktinin geldiğini anladı ve yolunun üzerindeki bir Çin lokantasından biraz sebzeli noodle aldıktan sonra yürüyerek  dairesine döndü.

Elinde noodle kutusu, önünde bir kadeh şarabı ile boş gözlerle, aslında izlemediği televizyona baktı bir süre. Sonunda telefonu çaldığında, saat henüz oldukça erken olmasına rağmen uyuklamak üzereydi. Telefonuna kısa bir süre önce kaydettiği numarayı ve ismi gördü ekranda. Serra...

"Alo," dedi genç kadın kısık bir sesle. "Ben Serra."

"Merhaba," derken Ateş'in sesi şaşkın, biraz da endişeli çıkmıştı. O tek kelimede onlarca soru, onlarca duygu yüklüydü sanki.

"Konuşmalıyız. Maya'yla ilgili..." diye fısıldadı genç kadın ve hemen ardından Ateş'in merak ettiği ve sormak üzere olduğu sorunun cevabını verdi. "Maya şu anda oyun için hazırlanıyor, yani oldukça yakınlarda. Ve aradığımdan haberi yok. Öğrenmemesini de tercih ederim. O yüzden bu şekilde konuşmak zorundayım, üzgünüm."

"Sorun değil," derken ister istemez gülümsedi Ateş. "Seni dinliyorum."

"Ben sadece, her ne yapıyorsan yapmaya devam etmeni söylemek istemiştim." Bu, Ateş'in duymayı beklediği türden bir şey değildi. Bu yüzden de bir an için ne söyleyeceğini bilemedi.

Sonunda sesine yeniden kavuştuğunda "Anlamıyorum," diyebildi sadece.

"Maya dün gece eve geldiğinden beri oldukça garip davranıyor. Yani gerçekten garip..." Genç kadın yakalanmaktan korkar gibi hızlıca ve fısıldayarak konuşuyordu. Bu durum da söylediklerini neredeyse anlaşılmaz kılıyordu. Bu yüzden Ateş, konuşmayı net olarak duyabilmek için telefonun hoparlörünü açmıştı. "Kendi kendine konuşuyor, söyleniyordu. Ne olduğunu anlamadım elbette. Ona bir kadeh şarap götürdüm. Yani sakinleşmesi için... Kadehten sadece bir yudum aldı ve sonra kadehi fırlatıp attı."

UNUTMA BENİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin